HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 NİSAN 2025, PAZARTESİ

Yeşil Sarıklı Çakır Dede

27.11.2018 00:00
Yeşil Sarıklı Çakır Dede
Yeşil Sarıklı Çakır Dede

İsmail Çetin

YEŞİL SARIKLI ÇAKIR DEDE

İCMAL YAYINCILIK 2015

Yayın Editörü – Okan Egesel

Bu kitabın yayın hakkı İcmal Yayıncılık ve İsmail Çetin'e aittir. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz. Yayıncının yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz.

 
Teşekkür

Bu eseri ortaya koymamda en büyük pay sahibi, tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'siz İslam olmayacağını bizlere öğreten Prof. Dr. Haydar Baş Bey'dir.

Bu eserin yazılmasında desteklerini benden esirgemeyen;

Duran Çetin

Fatma Çetin

Veli Bulut

Ahmet Yılmaz

Kemal Buçgün (Aka Kemal) ve  Bektaş Ali'ye teşekkür ederim.


"Ehl-i Beyt aşkıyla yanmayan kurtuluşa eremez."   

 Yeşil Sarıklı Çakır Dede

 
 Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Binen kurtulur. Binmeyen helak olur.
  Hz. Muhammed (s.a.v.)

   
"Allah dostları o kişilerdir ki, insanlar dünyanın zahirî görünüşüne baktıkları zaman, onlar dünyanın içyüzünü görürler."
 İmam Ali (k.v.)

 
"Kim, bir mü'minin gam ve üzüntüsünü giderirse, Allah-u Teâlâ onun dünya ve ahiret üzüntülerini giderir."
 İmam Hüseyin (a.s.)

 
"Yaşamak; inanmak ve mücadele etmektir."
İmam Hasan (a.s.)

 
"Kendine karşı nasıl davranılmasını istiyorsan, sende başkalarına karşı öyle davran."
 Hz. Fâtıma (a.s.)


"Sevgin gerçek olsaydı, Allah'a, Peygamberine, Peygamberin Ehl-i Beyt'ine, itaat ederdin."
Hz. İmam Zeynel Âbidin (a.s.)


"Dağları harekete geçirmek, kalpleri harekete geçirmekten daha kolaydır."
Hz. İmam Muhammed Bâkır



"Kibirlenmekten kaçın çünkü kimin kalbinde bir zerre kibir olursa cennete giremez."
 Hz.İmam Ca'fer Sâdık (a.s)


"Dosta karşı alçak gönüllü, düşmana tedbirli, halka karşı da güler yüzlü ol."
Hz. İmam Musa Kâzım


 "Cahil susarsa, insanlar ihtilafa düşmez."
Hz.İmam Rıza (a.s.)



"Tabiatı bozulmuş insanlara artık hikmet tesir etmez."
Hz. İmam Takî (a.s.)



"Tevazu kıskanılmayan bir nimettir."
Hz.İmam Ali en-Nakî (a.s.)



"Derdinize çare olmayan boş sözleri sormayın."
  Hz. İmam Hasan Askerî (a.s.)

 


"Evliyalar hem arıdır, hem arıtıcıdır."
 "Nebiler ve veliler insanlığa Allah-ü Teâlâ'nın hediyesidir."

Hünkâr Hacı Bektaş Veli

 

"Evliyaullahtan ve mürşidden gönlünü ayırma."
"Hz. Muhammed ve İmam Ali'ye düşmanlık arzusunda bulunan kefere ile sohbet etme; zira dostlukları zâhirdedir. Onlara iyilik demek olmaz."

 Abdal Musa Hz.

 

"Çocuklarınızı dürüst yetiştirin gerisi kendiliğinden gelir."
 "Ehl-i Beyt aşkıyla yanmayan kurtuluşa eremez."

 Yeşil Sarıklı Çakır Dede

 
İmam Ali'siz İslam Olmaz.
"Tek hak yol vardır. O da Ehl-i Beyt yoludur. Tek başıma kalsam Ehl-i Beyt'ten vazgeçmem.
Prof. Dr. Haydar Baş

 
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde;"Kim bir Allah dostunun hayatını yazarsa, sanki ona hayat vermiş gibidir'' buyurmuşlardır.

Yine başka bir hadis-i şeriflerinde "Bir işinizde sıkışıp bulanınca kabir ehlinden yardım isteyin'' buyurmuşlardır.

 İslam dininde kabir ziyareti erkek ve kadına uygun görülmüştür. Resûlullah (s.a.a.) Efendimiz,"Kabir ziyareti size ahireti hatırlatır'' buyurmuşlardır.

 

Yeşil Sarıklı Çakır Dede


Yeşil Sarıklı Çakır Dede Ehl-i Beyt soyundan, Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin torunlarındandır. Horasan erenlerindendir.

Bu zamana kadar kerametleri dilden dile dolaşan

Yeşil Sarıklı Çakır Dede'yi ele almadan önce İslam'ın özü Ehl-i Beyt'i anlamak ve bilmek gerekmektedir.

Ehl-i Beyt'i anlarsak; Çakır Dede'nin soyunun da ne kadar âli ve yüce olduğunu anlamış oluruz.

Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt'tir

Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a hamdolsun, salat ve selam âlemlere rahmet Hz. Muhammed'e ve O'nun Ehl-i Beyt'ine ve ashabına olsun.

Peygamberimiz (s.a.a.) Kur'an-ı Kerim'in hem mücerret (soyut), hem de müşahhas (somut) halidir.

Zâhir ve bâtın bütün hükümlerin, ilimlerin kaynağı O'dur.

Necm suresi 3. ayette buyrulur ki: "O kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz."

Yani O'nun ifadeleri kendisine vahyedilen İlâhî hakikatlerden başka bir şey değildir. Dolayısıyla O'nun emir ve ifadeleri hükümdür.

Peygamberimiz Veda Haccı'nda şöyle demiştir:

"Size iki emanet bırakıyorum. Bunlar; Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim ve ıtretim Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız müddetçe hidayettesiniz."

Her mezhep ve meşrebin merkezi Ehl-i Beyt'tir.

Her Müslümanın sevip yöneleceği tek adresEhl-i Beyt'tir.
 

Ehl-i Beyt hakkındaki ayetler

1-Tathir Ayeti:

"Ey Peygamber hanımları! Namazı kılın, zekâtı verin; Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzab, 33/33).

Tathir ayeti hakkında; Ümmü Seleme validemiz (r. anha) şöyle demiştir:

"Bu âyet-i kerime benim evimde indi. Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı. Onları Hayber yapımı geniş bir elbisenin altına topladı, kendisi de içine girdi ve, 'İşte bunlar Benim Ehl-i Beyt'imdir. Ya Rabbi, onlardan her türlü kötülüğü gider ve onları tertemiz kıl'buyurdu.

Bunun üzerine; 'Ben de onlardan mıyım ya Resûlallah' diye sordum, Resûlullah,'Ey Ümmü Seleme, sen hayır üzeresin' buyurdu."

Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber, Hz. Fâtıma, İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'dir. Yüce Allah, onların şefaatlerine nâil eylesin.

Ehl-i Beyt'in, seçilmiş ve tertemiz oldukları, onların her türlü fenalık ve çirkinlikten korunmuş oldukları, ayet-i kerime ile sabittir:

"Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü günahı, fenalığı, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzab, 33/33).

200'ü aşkın eseri bulunan Ehl-i Sünnet dünyasının büyük tarihçisi ve muhaddis İmam Makrizî; "Yüce Allah, sizi her türlü fenalıktan (ricsten) uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak ister ey Ehl-i Beyt!" âyet-i kerimesinde geçen "rics/pislik" kelimesinin şirk ve nifak başta olmak üzere her türlü manevî kir ve günahı ifade ettiğini, Ehl-i Beyt'in bütün bu kirlerden berî ve tertemiz olduğunu anlatır.

Bu, İlâhî bir seçilmişlik, ilâhî bir lutuftur.

Resûlullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'i dışında böyle bir İlâhî lutfa mazhar olan sahabi yoktur.Bu bakımdan Ehl-i Beyt, diğer sahabe-i kiramdan farklıdır.

 

2-Meveddet Ayeti:

Yüce Allah, Şûra sûresi 23. ayette Hz. Peygamber'e,

"De ki (Muhammed'im): Ben bu (peygamberliğimi tebliğe) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." (Şura 42/23).

İbn Abbas'ın naklettiğine göre, Ehl-i Beyt'i sevmeyi emreden bu ayet nâzil olduğunda, sahabeden bazıları, "YâResûlallah! Sevmemiz vacip olan bu yakınlarınız kimlerdir?" diye sordular.

Efendimiz (s.a.a.), "Ali, Fâtıma ve onların çocukları Hasan ile Hüseyin" buyurdu.

İmam Şafiî (r.a.) söz konusu ayet-i kerime gereği Ehl-i Beyt'i sevmenin her mü'mine farz olduğunu söylemektedir.
 

3-Mübahale Ayeti:

"Kim Sana gelen ilimden sonra Seninle tartışmaya girişirse, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım ve sonra dua edelim de Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun." (Âl-i İmran, 3/61).

Peygamberimiz, "Biz senden daha önce Müslüman olmuşuz" diyerek İslam'a davetine icâbet etmeyen ve kendi yanlış itikatlarının doğru olduğunda ısrar eden Necran Hıristiyanları ile lanetleşmeye, oğulları olarak Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, "kadınlarımız" kelimesinin muhatabı olarak Hz. Fâtıma annemiz, "nefislerimiz" kelimesinin karşılığı olarak da kendisi ve Hz. Ali Efendimiz ile gitmiştir.


4- Ebrar Ayetleri:

İnsan sûresinin 8. ayeti de Ehl-i Beyt hakkındadır.

Üç gün üst üste oruç tutan Ehl-i Beyt, evdeki tek yemekleri olan ekmeklerini; birinci gün yoksula, ikinci gün yetime ve üçüncü gün esire vererek suyla oruçlarını açarlar ve ebrar ayetleri bu olay üzerine nâzil olur.

Ehl-i Beyt hakkındaki bazı hadis-i şerifler

Resûlü-i Ekrem bir hadis-i şerifinde buyurur ki:

"Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir, bu gemiye binmeyen boğulur."

Öyleyse bütün İslam âleminin kurtuluşu, ancak Ehl-i Beyt sevgisi etrafında buluşmaktadır.



Hz. Ali'nin ve Ehl-iBeyt'in taraftarları Şia'dır.

Esasen,"Ali'nin şiaları" sözü Peygamberimizin ifadesidir.

Şimdi bu şiaların kim olduğuna bakalım:



Selman-ı Farisi

Eyyüb el-Ensari

Ammar bin Yasir

EbuzerGıffari

Mikdad bin Esved gibi Resûlullah Efendimizin gözde sahabileri de İmam Ali'nin şiaları arasındadır.



İslam coğrafyasında ve bu coğrafyanın kaynaklarında gözü olanlar, Şii-Sünni dünyasını karşı karşıya getirip savaştırmak istemektedir. İki dünyanın birbirini yanlışta ve hatta küfürde görmesini sağlamak için bid'at akımlar İslam âlemine sokulmuştur.

Yalan üzerine kurulu hadisler ileEhl-i Beyt anlayışı sapık ve bâtıl olarak tanıtılmıştır.

Şii dünyası "Şia'yı Abdullah ibn-i Sebe kurmuştur" iddiası ile itham edilmektedir. Güya bu kişi, İmam Ali'nin arkadaşlarına yön vermiş, baş olmuş bir şahsiyet olarak ifade edilmektedir.



İbn-i Sebe hiç yaşamamış hayali bir şahsiyettir.

Resûlullah'ın döneminde adı hiç geçmeyen bu şahıs kurucusu olduğu iddia edilen Şii dünyasında da hiçbir ulema tarafından kabul edilmemektedir.

Hz. Peygamber, Abdullah bin Sebe'yi tanımamaktadır ve ondan hiç bahsetmemiştir.

İmam Ali, Abdullah bin Sebe'yi tanımamaktadır ve ondan hiç bahsetmemiştir.

Hz. Osman döneminden kendisinden hadis nakledilen bu şahıs ile ilgili olarak; Hz. Osman da, Abdullah bin Sebe'den hiç bahsetmemiştir.

Selman-ı Farisi, EbuzerGıffari, Ammar bin Yasir, Halid bin Said, Bureyre bin Esleme, Eyyub el-Ensari, Sa'd bin Ubade gibi Hz. Ali'nin Şiaları kendisinden hiç bahsetmemiştir.

Seyf bin Ömer Hicri 173'te, Hicri36 yıllarında yaşadığı söylenen bu şahıstan hadis rivayet etmektedir ki, başka hiçbir râvinin olmaması da hadislerin güvenilir olmadığını göstermektedir.

Müsteşriklerin Abdullah bin Sebe'den yapılan rivayetleri tarihçi Taberî'den kullanması, bu şahsın tamamen bir hayal ürünü olduğunu ve olayın planlandığını göstermektedir.

Peygamberimiz "bir fâsık haber getirdiğinde mutlaka onu araştırınız" hükmüyle Müslümanları uyardığı halde, müsteşriklerin bu rivayetleri maalesef kabul görmüş ve Şii dünyanın küfürle itham edilmesinde kaynak olmuştur.

14. ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatı ile İslam dünyasına ve insanlığa Hz. Peygamber'i ve Ehl-i Beyt'ini anlama ve tanıma imkânı sunan ülkemizin yetiştirdiği enderâlimlerden Prof. Dr. Haydar Baş'ın şu tespiti son derece önemlidir:


"İslam itikadı tevhid akidesi ve Hz. Muhammed'in (s.a.a.) Allah'ın kulu ve Resûlü olduğunu kabul üzerine bina edilmiştir.

Ehl-i Sünnet tabiri, din dışı akımların ortaya çıkmasından sonra, bâtılın karşısında Kur'ân'ı ve Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetini ifade etmek için kullanılmıştır.


Hz. Ali'yi seven ve Ehl-i Beyt'in yolundan gidenler Şii olarak belirtilmiştir.

Ehl-i Beyt Ekolü ve Ehl-i Sünnet itikatta birdir-ortak payda Ehl-i Beyt'tir.


Allah'ın birliği, zatı, sıfatları, fiilleri gibi temel itikat konularında iki dünya arasında fikir ayrılığı yoktur.

Özünde aynı olan bu iki dünyanın görüşlerindeki farklar Nebevî kaynaklar sebebiyledir.

Peygamberimiz tarafından hadis yazma yetkisi sadece İmam Ali'ye verilmiştir


Şia âlemi Ehl-i Beyt hadis külliyatlarını temel almaktadır.


Ahmed b. Muhammed b. Ali'den, İmam Muhammed Bâkır kanalı ile babalarından şöyle rivayet etmişlerdir:

Resûlullah Hz. Ali'ye, "Sana söylediklerimi yaz" buyurdu.

Hz. Ali, "Ya Resûlallah! Unutmamdan mı korkuyorsun?" deyince,

Resûlullah (s.a.a.), "Hayır, unutmandan endişe etmiyorum. Çünkü Allah'tan hafızanı güçlendirmesini istedim. Bunları ortakların için yaz."

İmam Ali, "Ortaklarım kimlerdir" diye sordu.


Resûlullah, "Ortakların senin evlatlarından olan imamlardır. Allah onlar sebebiyle ümmete yağmur yağdırır. Onlar sebebiyle dualar kabul olur" buyurdu.

Hz. Peygamber, Hz. Ali dışındaki sahabilerine hadis yazmayı yasaklamış, bir tek Hz. Ali'ye "yaz" demiştir.

Demek ki, Şia'nın elinde bulunan ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) İmam Ali'ye (a.s.) "yaz" emri ile oluşan Ehl-i Beyt kaynakları, Ehl-i Sünnet dünyasına ulaşmamıştır.


Sünni dünya ise Resûlullah'tan yaklaşık üç yüzyıl sonra derlenen hadis kaynaklarından yararlanmaktadır:

- Buhari, Hicri 194-256

- Müslim, Hicri 204-261

- İbn-i Mace, Hicri 209-273

- Ebu Davud, Hicri 202-275

- Nesai, Hicri 215-303

- Tirmizi, Hicri 209-279


Alevi ve Sünnî dünya için temel görüş farkı; Şiiler için Hz. Ali'nin imametine inanmanın, imanın bir şartı olarak kabul edilmesindedir.

Bu şart, ulemanın kendilerine ait bir görüş değildir.

Hz. Peygamber, "Ben ilim ve hikmet şehriyim; Ali ise kapısıdır" buyurmuştur.


Bakara sûresi 189. ayette Allah'ın belirlediği kural, adab ve takva odur ki, evlere kapılarından girilir: "Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse yanlışlardan sakınan kimsedir. Öyleyse evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza eresiniz."


Yine Resûlullah efendimiz hadislerinde İmam Ali hakkında şöyle buyurmuştur:


"Ben kimin mevlası isem, Ali de onların mevlasıdır."

"Ali'nin yüzünü seyretmek (nazar) ibadettir."

"Şüphe yok ki, Ali Bendendir, Ben de Ali'denim; Ali, Benden sonra bütün Müslümanların velisidir."
 

Gadir-i Hum Hutbesi ve İmam Ali'nin Velayeti


İmam Ali'nin hilafetini ve kıyamete değin velayetini Allah emretmiştir.

Hz. Peygamber, Veda Haccı dönüşünde Maide sûresinin 67. ayeti inmiştir:

"Ey Peygamber! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, Seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir."

Bu ayetin inmesi üzerine Resûlullah (s.a.a.), ümmetini Medine yakınlarındaki Gadir-i Hum'da toplayarak İmam Ali'nin hilafetini ve kıyamete değin velayetini ilan buyurmuştur.


Hz. Peygamber (s.a.a.) Gadir-i Hum'da hutbenin yedi yerinde Hz. Ali'yi (a.s.) kendinden sonra "vasi ve halife" olarak tayin ettiğini açıklamıştır.

Birçok Sünni tefsir ve esbab-ı nüzul kaynaklarında, bu ayet-i kerime ile Hz. Peygamberin insanlığa tebliğ etmesi emredilen esasın "İmam Ali'nin velayetini ilan" olduğu anlatılmaktadır.


Büyük müfessir ve muhaddis İmam es-Suyutî şunları kaydetmektedir:

"İbnEbi Hatim, İbnMerdûye ve İbnAsakir'in bildirdiğine göre, Ebu Said el-Hudrî, 'Ey Peygamber, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et…' ayeti, Gadir-i Hum günü, Ali bin Ebi Tâlib hakkında nazil olmuştur."


İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre, İbn Mes'ud der ki:

"Biz, Resûlullah (s.a.a) zamanında,'Ey Peygamber, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et…' ayetini okur ve,'Ali bütün mü'minlerin velisidir, idarecisidir (mevla)' ifadesini eklerdik. Sonra,'Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, Seni insanlardan korur' şeklinde devam ederdik."


Tefsir ilminin Sünni temel kaynaklarından olan Vahidî'nin Esbab-ı Nüzulü'nde ise söz konusu ayet-i kerimeninnüzul sebebi şöyle nakledilmektedir:

İbn Atıyye'den, o da Ebu Said el-Hudrî'den(r.a.) rivayet etmektedir. Ebu Said el-Hudrî dedi ki:

"Ey Peygamber, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et… ayeti, Gadir-i Hum günü Ali bin EbiTâlib (r.a.) hakkında nâzil olmuştur."

Bu gerçeğin ısrarla örtülmesi, elbette sorgulanması gereken ilmî ve imanî bir görev olsa gerektir.

Gadir-i Hum hutbesi 220 adet Sünni eserde yer almaktadır.

Gadir-i Hum hutbesinin bizzat ismi, mevkii ve detayları zikredilerek rivayet edilen Ehl-i Sünnet'in temel hadis kaynaklarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Müslim, Sahih, Fedailü's-Sahabe, 44/36,6175, 6176, 6177.

Nesaî, Hasais-i Ali, H. No. 8, 76, 82,83,85, 90, 95, 96.

İbn Mace, Sünen, Mukaddime, Fazl-uAli'yy-i İbn- iEbi Tâlib, 29/116.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/241(s.262), 950(s.340), 964(s.344); 7/23959(s.779-780); 6/18671 (s.305-306), 19494 (s.528), 19518(s.534), 19540(s.538-539), 19543(s.539).


Ehl-i Sünnet'in vazgeçilemez hadis kaynağı olan Müsned'in müellifi ve Hanbelî mezhebinin sahibi büyük imam Ahmed b. Hanbel(r.a.), "Hz. Ali'nin faziletleri hakkında varid olan hadisler bir başkası için varid olmamıştır" demektedir. (İbn Hacer el-Heytemî, es-Sevaik, s. 118).

Büyük imam Ahmed b. Hanbel'in, Müsned'inde yer alan şu hadisle örneklendirelim:

Bera b. Azib (r.a.) dedi ki: "Resûlullah'ın (s.a.a.) (ifa etmiş olduğu Veda Haccı dönüşü) seferinde birlikteydik. Gadir-i Hum'da konakladık. Namaz kılma emrini vererek nida ettirdi. İkindi namazını kıldırdı. Ardından (bir hutbe irad ederek) Ali'nin (r.a.) elini tuttu ve, 'Bilmez misiniz ki, Ben, mü'minlere kendi nefislerinden evlayım?' buyurdu.

Ashab, 'Evet' cevabını verdiler. Resûlullah (s.a.a.) suali, 'Her bir mü'min için' ifadesiyle aynı şekilde tekrar etti; sahabiler, 'Evet' karşılığını verdiler.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) Ali'nin elini tutup kaldırarak, 'Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım ona dost olan dost, düşman olana düşman ol' buyurdu. Bu esnada Hz. Ömer (r.a.) Hz. Ali (a.s.) ile karşılaştı ve onu kutladı ve, 'Ne mutlu sana, ey Ebu Tâlib'in oğlu! Gözün aydın! Kadın ve erkek her bir mü'mininmevlası oldun' dedi."
 

İmam Gazali şöyle demektedir

"... Fakat delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı ve konu aydınlandı. Cumhur Gadir-i Hum hutbesindeki hadisin metninde şeksiz şüphesiz tam icma ve ittifak ettiler. Orada Resûlullah şöyle buyuruyor: 'Ben kimin idarecisi isem Ali de onun idarecisi velisidir.'

Fakat daha sonraları makam ihtirası yüzünden hevâ ve heves galip geldi. Riyaset koltuğuna sarılmak ağır bastı. Samimiyetleri yok oldu. Arzularına boyun eğerek güç bayraklarını havaya kaldırıp dalgalandırdılar. Hayal dünyalarına ve ülkeleri fethetme ihtiraslarına karışıp kayboldular. Nefislerinin hevâ kâseleri onları demleyip başlarını döndürdü. Böylece kendisinden sonra vekil bırakan Resûlullah'tan yüz çevirdiler. O'na sırtlarını döndüler. Kur'an'ın ahkâmını az bir pahaya sattılar. Allah'a karşı işledikleri bu iş, ne kötü bir iştir.

Bu sebeptendir ki, nitekim Resûlullah (s.a.a.) vefatından önce ölüm döşeğinde iken, 'Bana kalem kâğıt getirin, size bazı şeyler not ettireyim, yapmanızgerekenleri hatırlatacak şeklide kaydettireyim' diye seslenirken, Ömer, 'Şüphesiz bu Zât hezeyana kapılmıştır' demişti.

Dolayısıyla icmâya ve (icmâ ile sabit) naslara aykırı olarak teviller üretmek bâtıldır. (Ebu Bekir'in hilafeti bu sebeple geçerli değildir) eğer onun hilafetini kurtarmak için 'icmâ hâsıl olmuştu' derseniz, şüphesiz bu da doğru değildir. Çünkü Ebu Bekir'in hilafetinde icmâ yoktur. Nasıl olsun ki? Hz. Abbâs ve evlatları, Hz. Ali, zevcesi Fâtıma ve evlatlarının hiçbirisi biat halkasında bulunmadılar. Dahası Sakife'de bulunanların bile birçoğu muhalefet ederek oradan ayrıldılar."(İmam Gazali, Sırru'l-Alemeyn ve Keşf-u MaFi'd-Dareyn, Millet Kütüphanesi yazma eserler Ali Emiri Arabî böl. No. 915 vr: 16-18).


Hz. Fatıma'nın (a.s.) hilafet konusundaki görüşleri

Gadir-i Hum'daki ilan ve biate rağmen hilafetin İmam Ali'nin elinden alınması üzerine Hz. Fâtıma anamız şöyle buyurmuştur:

"… Başkasının devesini damgaladınız. (Sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz). Onu sizin olmayan bir çeşmenin başına getirdiniz. Ahdinizden (Gadir-i Hum günündeki biatinizden) uzun bir zaman geçmemişti.

Yazıklar olsun onlara! Onu hilafeti kökünden nübüvvet ve delalet temelinden, Cebrail'in indirdiğinden, din ve dünya işlerinde âlim olanın elinden çıkardılar. Bilin ki bu büyük ve apaçık bir hüsrandır."

Bursevî: "Hz. Ali diğer üç halifeden üstündür"

Ehl-i Sünnet ekolünün büyük sufilerinden"Ruhu'l-Beyan" tefsirinin sahibi İsmail Hakkı Bursevî, velayet ile ilgili gerçeği şu şekilde ifade etmektedir:

"Ben hikmet ve ilmin şehri Ali ise kapısıdır, buyuran Peygamberimizin en yakını Hz. Ali, âlemin imamı ve enbiyanın sırrıdır. Fahr-i âlemden sonra hakiki vâris, Hz. Ali'dir. Bütün hak yolların silsileleri onda son bulur. Hz. Ali diğer üç halifeden de üstündür. Cisimde nübüvvetin sonu Hz. Peygamberdir. Velayet cihetinden evveli Hz. Ali, sonu Hz. Mehdi'dir."

Görüldüğü üzere velayet yolunun başı İmam Ali'dir.

Silsileyi Hz. Ebubekir'e dayandırmak bâtıldır.

Resûlullah (s.a.a.) Efendimiz, Hz. Ali'ye hitaben, "Yâ Ali, seni ancak mü'min olanlar sever; sana ancak münafıklar buğzeder" buyurmuştur.

Şii dünya Hz. Ali'nin (a.s.) imametini, Gadir-i Hum günü Resûlullah'ın (s.a.a.) irad ettiği hutbesi sebebiyle kabul ederler.

Aralarında itikadi bir farklılık olmamasına rağmen sonradan hayata geçirilen bid'at akımlar sebebiyle Şii âlemin küfürle itham edilmesi, Ehl-i Kitab'ın, İslam âlemine dışarıdan başaramadığını, Müslüman görünen bâtıl yolları kullanarak nasıl başardığını göstermektedir.

Bütün bunların neticesinde şunu söylemek gerekir ki; velayet yolunun başını Hz. Ebubekir'e dayandırmak bâtıldır. Allah-u Teâlâ Hz. Ebubekir'e böyle bir vazife vermemiştir. O'nun da böyle bir iddiası yoktur. Yani Nakşî ekolün bu yaklaşımı bâtıldır.

Velayetin Başı İmam Ali'dir

Kime Allah-u Teâlâ'dan bir feyz, muhabbet ulaşırsa o muhakkak Hz. Ali'den gelir.

Unutulmaması gereken en önemli ölçü; "LailaheillallahMuhammedunresûlullah" diyen Müslüman'dır. Ve Müslüman'ın kanı Müslüman'a haramdır.

Peygamberimiz (s.a.a.), "Bir Müslüman'a kılıç çeken bizden değildir"buyurmuştur.

Nisa Sûresi 93. ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kim bir mü'mini kasten öldürürse onun cezası içinde ebedi kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır."

Müslümanların arasına soktukları bid'at yolları kullanarak, Müslümanları birbirine düşürme gayreti Ehl-i Kitab'ın İslam âlemi üzerindeki daimi hesabıdır.

Müslüman'ın yapması gereken bu fitnelere fırsat vermeyip, Ehl-i Beyt sevgisi etrafında birleşmektir.

İmam Ca'fer'in (a.s.) ifadesi ile, "İman sevgi ve buğzdan ibarettir."

Peygamberimizin, "Bunlar Benim etimdendir, Ben bunları seviyorum, bunları seveni Sen de sev, bunların düşmanı Benim düşmanımdır, bunlara buğzedene Sen de buğzet" diye niyazda bulunduğu Ehl-i Beyt'i sevmek ve onlara düşmanlık edene düşman olmak imanın gereğidir.

"Biz insanları ve cinleri yalnız kulluk etsinler diye yarattık" âyetinin ifadesi ile Allah'a kul olmak Müslüman'ın varlık sebebi ve kulluğun en önemli gereğidir. Ehl-i Beyti sevmek İmam Şafii'nin dediği gibi her Müslüman'a farzdır.

Sünni ve Şii dünya birbirinin kardeşidir


Esasen Sünni dünya ile Şia dünyası arasında İman ve İslam esaslarında hiçbir fark yoktur. Müşterek payda Ehl-i Beyt'tir.

Bu payda, Allah ve Resûlününnasb ve ilan ettiği büyük paydadır.

Bu tevhid, sosyal hayata da yansımalı; siyasette, kültürde, medeniyette bir ve beraber olunarak İslam kardeşliği temin edilmelidir.

Peygamberimiz (s.a.a.) Veda Hutbesi'nde,"Ey nas! Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem ise topraktandır.

Ne Arab'ın Acem'e ne de Acem'in Arab'a üstünlüğü vardır.

Bütün Müslümanlar kardeştir. Her Müslüman diğer Müslüman'ın kardeşidir" buyurmuştur.

Türklerin İslamlaşması Ehl-iBeyt kanalı ile olmuştur

Kerbela'da İmam Hüseyin'in şehit edilmesinden sonra, Hz. Peygamberin (s.a.a.) torunları Türkistan'a göç ettiler. Horasan ve Maveraünnehir'e yerleştiler.

İmam Hasan'ın (a.s.) ve İmam Hüseyin'in (a.s.) soyu 8. yüzyıl başlarından itibaren İran, Horasan, Daylam, Tabaristan, Türkistan bölgesine yayılmışlardır.

Bundan sonra başlayan süreçte Ehl-i Beyt imamlarının Türkleri İslam'a daveti büyük bir muhabbet ile gerçekleşmiştir.

İmam Musa Kâzım ve oğlu İmam Rıza Horasan bölgesinde yaşamış ve kendileri ve çocukları yerli halkla evlenmişlerdir. İmam Zeynel Abidin'in ve İmam Ca'fer'in soylarının Türklerle yakın ilişkileri olmuştur. İmam Naki ise Samarra bölgesinde Türklere İslam'ı tebliğ etmiştir.

Yani Türklerin Kur'an'ı öğrenmeleri, Hz. Peygamberin sünnetini ve İslam'ı kavramaları hep Ehl-i Beyt İmamları kanalı ile olmuştur.

Anadolu'nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde en önemli isim Hoca Ahmet Yesevi'dir. Yesevi; Belh, Buhara ve Horasan tarafından gelen erenleri bu coğrafyalara yerleştirmiştir.

Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltık, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Horozlu Dede gibi alperenleri Anadolu'ya göndermiştir.

Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli bu hareketin öncülerindendir

Soyu baba tarafından İmam Musa Kâzım'a (a.s.) uzanmaktadır. Anne tarafı ise Türkmen'dir. Anadolu, Ehl-i Beyt anlayışı ile önce İslamlaşmış ve sonra Türkleşmiştir. 1071 Malazgirt meydan muharebesi ile maddi fetih yapılmıştır. Manevi fütuhat ise Ehl-i Beyt soyundan gelen Hacı Bektaş Veli ve alperenler eliyle gerçekleşmiştir. Türk milleti Hacı Bektaş mayası ile İslam medeniyeti, kültürü, maneviyatıyla var olmuştur.

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Müslüman Türk'tür

Anadolu'yu Türk ve Müslüman yapan Ehl-i Beyt soyundan gelen Hünkâr Hacı Bektaş Veli büyük bir ummandır. İlk defa "Müslüman Türk" diyen Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Müslümanlığın adına 'Türk' demektedir.

Anadolu'yu Müslüman yapan, "Türk milleti" kelimesini bize mâl eden Hacı Bektaş Veli'dir. O Horasan'dan buraya geldiği zaman burada Türkmenler vardı ama Türkmenler henüz Müslüman değildi. Hacı Bektaş Veli geliyor Türkmenleri Müslüman yapıyor. Bunları eğitiyor. Oluşturduğu müridan kadrosuyla Anadolu'yu Müslüman ve Türk yapıyor.

Anadolu'daki hemen hemen tüm etnik grupları Müslüman eden Hacı Bektaş Veli ve müridanıdır. Balkanlara da onlar gidiyorlar. Mesela Bosna'yı da bunlar Müslüman yapıyorlar. Müthiş bir birlik ortaya çıkıyor. İşte bu milletin adına Türk Milleti deniyor.

Bunlar ırkta Türk değil!

Bunlar medeniyette, maneviyatta, siyasette, kültürde ve dinde Türk.

Yani Müslümanlığın adına "Türk" diyor Hünkâr Hacı Bektaşi Veli…

Osmanlı Ehl-i Beyt nefesi ile dünyaya hükmetmiştir


Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu döneminden Yavuz Sultan Selim zamanına kadar geçen süreçte Ehl-i Beyt'in nefesi-himmeti bu coğrafyadayken; bundan sonra Ehl-i Beyt'e sırtını dönen anlayış Osmanlı'nın da sonunu hazırlamıştır.

Geçmişte olduğu gibi, Türk-İslam dünyasının yeniden gerçekleşecek hâkimiyeti, Ehl-i Beyt merkezli Türk-İslam medeniyetinin yeniden inşası ile mümkündür. Ehl-i Beyt nefesini arkamıza almadan mümkünatı yoktur. Çünkü doğru tektir. Hak da doğru olanla beraberdir.

Bizler mezhebi ne olursa olsun ışığını Ehl-i Beyt'ten ve onların vârislerinden alan Müslüman-Türk milletiyiz.

Ehl-i Beyt'i sevelim. Sevmeden hiçbir şey olmaz. Buradaki ince espri ise, sadece "ben seviyorum" demek yetmiyor. Çakır Dede'nin dediği gibi Ehl-i Beyt'in yaşantısını hayatımıza uygulamaya çalışalım.

Rabbim onlara layık eylesin.


Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde Sünnilik ve Alevilik kelimeleri geçmemektedir. Sadece Ehl-i Beyt geçmektedir. Sünnilik diye bir şey yoktur. Alevi, Sünni, Caferi, Şia… bütün mezhep ve meşreplerin toplanacağı merkez, kurtuluşun tek adresi Ehl-i Beyt'tir. Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'ten başka kurtuluş yoktur.

Sünnilik; Rabbani, Muaviye ve Yezid'in hal, tavır ve inanç sisteminin adıdır.

Sünnilik; Müslümanlığın özü olan Ehl-i Beyt anlayışını yok etmek için İngiliz, ABD ve Yahudi ajanlığına soyunan cübbeli-sarıklı ama boyunlarında haç olanların ortaya attığı bir kelimedir.

Şayet Sünnilik Peygamber Efendimizin sünneti olmuş olsaydı, O'nun bu konuda fikri ortada ve nettir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.) Veda Haccı'nda;"Size iki emanet bırakıyorum. Bunlar; Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim ve Itretim Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız müddetçe hidayettesiniz" buyurmuştur.

Yine Peygamber Efendimiz; "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helak olur" buyurmuşlardır.

Görüldüğü üzere şayet Peygamber Efendimizin sünnetini yerine getireceksek, samimi Müslüman isek elbette getireceğiz. Yine Ehl-i Beyt'e sıkı sıkıya sarılmaktan başka çaremiz yoktur. Her Müslüman kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsa, Ehl-i Beyt'i kendisine rehber edinecek, başka çıkar yolu da yoktur.

Sünniliğin aslı

Yine ezberleri bozan Haydar Baş'ın Sünnilik konusunda ortaya koyduğu tespitler bütün İslam dünyası aydınlatmıştır.

Prof. Dr. Haydar Baş, "İmam Rabbani kesinlikle bir din uleması değildir, felsefecidir. Keşmiri'nin talebesidir. İslam dini Ehl-i Beyt'le bütün dünyaya yayılmıştır. Bundan rahatsız olan İngilizlerin oyununun adıdır Sünnilik. Hindistan'a gidiyor; Ehl-i Beyt eliyle Müslüman olan insanlar var. Rahatlıkla nüfuz edemiyor. Pakistan'a gidiyor öyle. Tanzanya'ya gidiyor yine öyle. Yani nereye gidiyorsa Ehl-i Beyt eliyle Müslüman olan insanlara rastlıyor. İngilizler 'bunu defetmemiz lazım' diyorlar. İngilizlerin politikası çok enteresandır. Reddederler ama karşınızda durmazlar. İçinize ajan sokarak sizin inancınızı değiştirirler. Burada da bunu yaptılar ve Sirhindi'yi yanlarına aldılar. Bu ekolün başındaki kişi ise Gazan Hanı Halil'in baş cellâdıdır. Bunların tamamı Ehl-i Beyt'e düşmandır. Kendi nefislerinden değil İngilizlerin kurgusuyla, onların yolundan gitmeleri, sözlerini dinlemeleri sebebiyledir. Bu bâtılı icra ettiler ve Ehl-i Beyt'in karşısında maalesef hep rol aldılar. Sünnilik dedikleri şey bu işte…

Sünnilik Rabbani'nin, Muaviye'nin, Yezid'in hal, tavır ve inanç sisteminin adıdır. İslam ile uzaktan ve yakından alakası yoktur. Sünnilikle ilgili hiçbir ayet ve hadis yoktur. Sünnilik kavramı Peygamber Efendimizden tam 70 sene sonra ortaya çıkmıştır. Böyle bir hak yol yok İslam'da. İslam'da Ehl-i Beyt vardır."

Ehli Beyt İmamlarının istikameti


Ehl-i Beyt İmamlarının tamamının hayatına baktığımızda şu temel prensipler istikametinde hareket ettiklerini görürüz. Hepsi aynı amaca hizmet etmiş, zerre miktar sapma yapmamışlardır:

  • Ehl-i Beyt'in hayat tarzını yaygınlaştırmak.


  • İnsanlığı ikaz ve irşad görevini yerine getirmek.


  • Müslümanları fitne ve katliamlardan korumak.


  • İslam'ın tahrif edilmesine engel olmak.

Hz. Muhammed Efendimiz Allah'ın Resûlü ve elçisidir. İmam Ali, Peygamber Efendimizin damadı, amcasının oğlu, Ehl-i Beyt ve Allah tarafından müjdelenen ilk halife, Allah'ın aslanıdır.

 

II. BÖLÜM

Yeşil Sarıklı Çakır Dede (1894-1970)

Bu girişten sonra kitabımızın ana teması olan gönül adamıYeşil Sarıklı Çakır Dede'yi anlatmaya çalışacağız. İlk bölümde üstünlüklerini Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in eserleri ve konuşmalarından özetleyerek anlatmaya çalıştığımız Ehl-i Beyt'in soyundandır Yeşil Sarıklı Çakır Dede... Böyle bir soyla şereflenmiş erenlerindendir.

Yeşil Sarıklı Çakır Dede,Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin torunlarındandır. Horasan erenlerindendir.

Günümüze kadar kerametleri dilden dile dolaşan Çakır Dede hakkında herhangi bir yazılı kaynak bulunamamıştır.

2014 yılında yaptığım araştırmalar neticesinde Yeşil Çarıklı Çakır Dede'nin hayatını kitaplaştırmak için çalışmayabaşladım.

Dede ile yaşamış Bozyazı ve çevresinde bulunan ulemadan aldığım bilgiler doğrultusunda bir çalışma yaptım. Bizden sonraki nesillere yazılı bir kaynak bırakma niyetiyle oluşturduğumuz bu eserde başarılı olabildiysek ne mutlu bizlere…

Bu çalışmamda yardımlarını esirmeyen;

Fatma Çetin Hanıma, Duran Çetin Bey'e, Çakır Dede'nin yeğeni Kemal Buçgün Bey'e, Kemal Buçgün oğlu diğer yeğeni Sani Erol Bey'e, Ahmet Yılmaz Bey'e, Çakır Dede'nin torunu Veli Bulut Bey'e, Ali Ergül Bey'e (Bektaş Ali) , Emir Buçgün Bey'e şükranlarımı sunarım.

Çile, mücadele ve meşakkat dolu bir hayat yaşayan Çakır Dede; hayatı boyunca Ehl-i Beyt İmamlarının istikametinden zerre miktar sapmamıştır.Çevresine de her ortamda ve her fırsatta bu yüce yolu aşılamıştır.

Dünya malına tamah etmemiştir

Dünya malına hiçbir zaman tamah etmeyen Dede'nin hayatının;çocukluktan, hayata gözlerini yumana kadar Ehl-i Beyt imamları ile paralel yönde olduğunu görmekteyiz. Parayla, pulla,mevki ve makamla hiçbir zaman haşır neşir olmamıştır. Kendisine verilen hediyeleri ve adanan adakları da fakir-fukaraya, ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır. Çocukları sevindirip, her zaman haklının ve hakkın yanında olmuştur. Mazlumu kayıran Dede, zulmedenin karşısında olmuştur. Kavga, gürültüyü sevmeyen Dede, konulara insancıl yaklaşımlar göstermiştir. Dargınların bir dakika küs kalmasına gönlü razı olmaz, hemen barıştırmak için girişimlerini başlatır ve barıştırırmış.

Erenler kendini gizler, Çakır Dede de gizlemiştir

Dede hayatını sade bir vatandaş olaraksürdürmüştür. Hiçbir zaman Allah dostları, evliyalar,"Ben keramet ehliyim. Kalp gözüm açık…" demez. Her daim ve her ortamda kendini gizler. İşte Yeşil Çarıklı Çakır Dede de kendisini her zaman gizlemiştir. Açığa vurmamıştır.

Mersin iline bağlı Bozyazı, Anamur, Aydıncık ve çevre bölgelerin manevi büyüğü ve koruyucusu olan Yeşil Sarıklı Çakır Dede, Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt İmamlarının istikameti doğrultusunda, doğruluk, dürüstlük, güzel ahlakı aşılamıştır. Bu bölgede Peygamber Efendimiz'in (s.a.a.) emaneti, İslam'ın özü Ehl-i Beyt'i anlatmış ve yaymaya çalışmıştır. Bu düsturundan hiç ödün vermeyen Dede; sevecen, güleç ve pamuk yüzlü bir görünüme sahipmiş.
 

Çakır Dede'nin Hayatı

Güçlü bir maneviyata sahip olan Çakır Dede'nin;

Babası Emir Ali Buçgün,

Annesi Esme Hatun,

Dedesi de Peşn-i Çelebi'dir.

Böyle bir soyun torunlarından olan, Bozyazı, Aydıncık, Anamur ve çevresinin manevi koruyucusu, keramet ehli, Allah dostu, gönül adamı Yeşil Sarıklı Çakır Dede'nin alınacak en önemli yönü maneviyatıdır.

1894 yılında doğan Yeşil Sarıklı Çakır Dede, 1970 yılında Bozyazı'nın Sarıağaç mevkiinde vefat etmiştir. Kabri Mersin'in Bozyazı ilçesi Tekedüzü Mahallesi mezarlığındadır.

Sultan Buçgün (Eşi: 1902– 1962)

İki evladı olan Çakır Dede'nin eşi, hayat arkadaşı Sultan (Buçgün) Ana'nın doğum tarihi bilinmezken, (1902 diye bir rivayet vardır), 1962 yılında vefat etmiştir. Birleştirici ve örnek bir şahsiyet olan Sultan Ana, yardımsever olmasının yanında, koruyucu ve kollayıcıymış. Sultan Ana toplum tarafından sevilen, sayılan Müslüman-Türk kadınıdır.

Emir Ali Buçgün (Oğlu: 1930-1945)

Emir Ali 1930 yılında Sarıağaçta doğmuştur. Çakır Dede ve Sultan Ana'nın tek erkek evladıdır. Çocukluğu ve gençlik yılları bu bölgede geçmiştir. Çocukluk ve gençlik yıllarında çevresine örnek bir insan olmuştur.

Bozyazı Uleması Emir Ali'yi anlatıyor

 Dedenin oğlu Emir Ali, sivri çeneli, çukur gözlü ve utangaç yüzlü biriydi. Çocuk olmasına rağmen çok edepli, ağır duruşlu bir yapıya sahipti. Kimseyi kırmaz, darıltmaz ve incitmezdi.

Emir Ali'nin genç yaşta vefat haberine en çok üzülenlerden birisiyim. Çünkü Emir Ali çok güven veren, ülkesine çok faydalı olabilecek, ağır başlı bir arkadaşımız idi. Allah mekânını Cennet eylesin.

Emir Ali çok genç yaşta 1945 yılında 15-16 yaşlarında iken vefat etmiştir. Çakır Dede, eşi Sultan Ana ve oğlu Emir Ali'nin kabirleri bir arada; Mersin'in Bozyazı ilçesi Tekedüzü Mahallesi mezarlığındadır.

Esme (Buçgün) Özmen (Çakır Dede'nin Kızı: 1924-1982)

Esme Özmen çevresinde sevilen, yapı olarak Sultan Ana'yı andıran bir kişiliktir. Kuşatıcı olan Esme Hatun, hayatı boyunca babasına ve Ehl-i Beyt'e hizmette kusur etmemiştir.

Çakır Dede'nin hayatta kalan tek kızı Esme Özmen olmuştur. Esme Özmen hayatını Cuma Özmen ile birleştirmiş, bu evlilikten Çakır Dede'nin 9 torunu olmuştur. Esme Özmen 1982 yılında, eşi Cuma Özmen de 1994 yılında vefat etmiştir.

Çakır Dede'nin torunlarından 2'si vefat ederken, 7'si sağdır.

Çakır Dede'nin torunları

  1. Ali Özmen: (1948-2005)


  2. Hüseyin Özmen: (1950- ...)


  3. Ayşe Özmen: (1953- …)


  4. Durmuş Özmen: (1955- ... )


  5. Halil Özmen: (1956- …)


  6. Esme Özmen: (1958 - …) 


  7. Hürü Özmen: (1960 - …)


  8. İbrahim Özmen: (1963-2001) 


  9. Cennet Özmen: (1970 - …) 


Yeşil Sarıklı Çakır Dede oğlunu genç yaşta kaybetmiştir. Kızı tarafından torun sahibi olmuştur. Bu yönüyle de Hz. Fâtıma annemizden torun sahibi olan Peygamber Efendimiz ile aynı kaderi yaşamıştır.

Çakır Dede'nin kardeşleri

Emir Ali Halil Buçgün

Ali Kelek Duru (Çanakkale şehidi)

Molla Hüseyin Erol

Selim Dede.

Kemal Buçgün'ün anlattığına göre, Yeşil Sarıklı Çakır Dede postunu Aka Dede'ye bırakmıştır.

Yeşil Sarıklı Çakır Dede'nin soyu

Ali Ergül (Bektaş Ali),Yeşil Sarıklı Çakır Dede'nin dedesinin Peşni Çelebi olduğunu ortaya koymuştur. Peşni Çelebi de Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyeti ilan etmeden önce Hacıbektaş'a giderek ziyaret ettiği ve 3 gün 3 gece istişare ettiği o dönemin postnişini, Hacı Bektaş Veli'nin torunlarından olan Cemalettin Çelebi ile aynı soydan, amca çocuğudur. Yani Çakır Dede'nin dedesi Peşni Çelebi de Hacı Bektaş Veli'nin soyundandır.

Cemalettin Çelebi 1880-1921 yılları arasında Hacıbektaş Dergâhı postnişini olmuş, ancak rahatsızlığı nedeniyle kısa bir süre sonra vefat etmiştir.

21 Haziran 1934'te çıkarılan 2525 sayılı soyadı kanunu ile her vatandaşın öz adından başka bir de soyadı taşıması zorunlu kılınması ile Yeşil Sarıklı Çakır Dede ve sülalesi farklı farklı soyadları almıştır. Ağırlıklı olarak Buçgün ve Erol soyadlarını almışlardır.

Çakır Dede'nin kardeşlerinden Çanakkale şehidi

Ali Kelek Duru

Tarihe baktığımızda Hacı Bektaş Veli'nin torunlarından Hasan Hüsni Dede'nin soyağacında  (1830-1908) Seyyid Abdullah Cemalettin Çelebi Duru (1891-1986), Fatma İffet Duru (1904-1976) yani Duru soyadı karşımıza çıkmaktadır.

Selçuklu'nun son zamanlarında yaşanan olaylar Hünkâr Hacı Bektaş Veli'yi, bütün talebelerini ve torunlarını Anadolu'nun çeşitli yerlerine yönlendirmeye zorlamıştı. Hünkâr, talebelerini din, ilim, irfan ve Ehl-i Beyt'i anlatma-öğretme bâbında Anadolu'ya yönlendirmiş, bu vazifeyi alan erenlerin her biri irşad görevini üstlenmiştir.

Çakır Dede'nin Bozyazı bölgesine nasıl geldiği noktasında Emir Ali Halil Buçgün'ün oğlu Kemal Buçgün (Aka Kemal), "Dedelerimiz bu bölgeye Konya'dan göç etmişlerdir" derken, Bozyazı'daki başka âlimler de Çakır Dede'nin Aydın yöresinden geldiğini beyan etmişlerdir.

Çakır Dede manevi koruyucudur

Kemal Buçgün(Aka Kemal),"Bozyazı'daki evinde 40 yıl amcama hizmet ettim" diyerek şunları anlatıyor:

"Horasan erenlerinden olan dört ermiş (Allah dostu) Konya'dan dört kola ayrılmıştır. Bu bölgeye gelen amcam Çakır Dede olmuştur. Bu bölgeye Ehl-i Beyt'i ve Ehl-i Beyt sevgisini anlatmaya, ilim-irfan yaymaya ve insanları eğitmeye gelmiştir."

Yüzü pak, gözleri çakır yeşili

Kemal Buçgün(Aka Kemal),"İsmail Dedeme Yeşil Sarıklı Çakır Dede denmesinin sebebi ise; yüzünün pak, gözlerininise çok güzel çakır yeşil olmasından dolayıdır" diyor ve şu özelliklerini beyan ediyor:

"Çakır Dede'nin en sevdiği yemek halk arasında Hedik olarak bilenen buğday haşlamasıdır.

Grip olduğunda da ala şeker yer ve iyileşirdi.

Dürüstlükten kesinlikle taviz vermez ve vermeyin derdi.

Ağzından hiç kötü söz çıkmazdı.

Herkese içi dolu, güzel nasihatler ederdi. Sohbet ettiği zaman onu dinlemek bir haz verirdi. Dede az, öz konuşurdu. Ama bizlere çok tesirli gelirdi."

 

Çakır dede çabuk kırılırdı

"Gönül ehli bir insan olduğu için çok çabuk kırılırdı" diyen Kemal Buçgün anlatmaya devam ediyor:

"Bizde onun gönlünün çabuk kırıldığını bildiğimiz için kırmamaya özen gösterirdik.

Başımı okşayarak bana,'Evladım Kemal, haklı ve Hak'la ol. Ne zaman zor durumda kalırsan, yetiş Dedem dediğinde yanında olacağım. Lakin her bir şey için demeyin, haksız olduğunuz zaman yardım etmem' derdi.

Öbür dünyaya intikal ettiğinde bile Dede'den ne zaman himmet istesek yanımızda olmuştur."

Adalet sahibi Çakır Dede, dargınları barıştırırdı

Kemal Buçgün anlatmaya devam ediyor:

"Onun varlığında çevresindeki kişiler hiçbir zaman kanuna başvurmamıştır. Adalet sahibi Çakır Dede teraziyi her zaman dengede tutardı. Dargın olanları hiç bekletmezdi.

Dede, 'Dünyanın en büyük felaketlerinden birisi bir insanın gönlünü kırmaktır' derdi. Dargın olanları huzuruna çağırır. İhtiyar heyetini kurar, haklı ile haksızı adaletli bir şekilde ortaya koyar, helalleştirir, barıştırır ve huzuru sağlardı. Bu noktada çok farklı bir kişiydi. Bundan dolayı halkımız ufak tefek meseleler uğruna birbirine kırılmaz, darılmazdı.

Bazen büyük husumetler doğardı. 'Bunlar birbirine zarar verecek' derdik. Ama Dede hiç de öyle olmayacağını gösterirdi.

'Barışmaz' dediğimiz dargınları barıştırırdı. En fazla yarım saat içinde dargınlar Dede'nin huzurundan sarmaş dolaş, güle oynaya çıkardı."


Çakır Dede pamuk yüzlü, güleçti

Emekli Hava Savunma Kıdemli Albay Mehmet Çabuk anlatıyor:

"Ben 5-6 yaşlarında idim.  Sarıağaç'tan Tekedüzü İlkokulu'na iki öğrenci geliyordu. Biri uzun boylu Tuna idi, benden 2-3 yaş büyüktü. Diğeri de benim akranım, Çakır Dede'nin aynı tipinde onun torunu veya oğluydu. İsmini hatırlayamadım. Dede eşeği ile geçerdi okulun önünden ve Derebaşı yolundan, onun bize şeker dağıttığını hatırlarım. Her geçtiğinde dağıtır, bizde çok sevinirdik.

Dedenin oğlu Emir Ali, sivri çeneli, çukur gözlü ve mahcup yüzlü biriydi. Tuna da efendi ama biraz daha uyanık yaradılışlıydı.

Çakır Dede'nin eşeği bile beyaz kır bir eşekti. Alışılmış bir renk değildi. Dede çok güleç ve pamuk yüzlüydü. Ona bakınca içim açılırdı. Farklı bir insandı. Yüzünden ve hareketlerinden çocuk halimle farklı bir insan olduğunu anlardım.

O zamanlar çocukluk işte, bize şeker dağıttığından dolayı Çakır Dede'yi çok severdik. Allah mekânını Cennet eylesin."

Çakır Dede'nin kerametleri

Anahtar:

Emir Buçgün (Aka Kemal'in Oğlu) anlatıyor:

"2011 yılında Ankara'dan Erdoğan Eröksüz misafir olarak bana geldi. Bu esnada arabasının anahtarını kaybetti. Aramasına rağmen bulamadı. Erdoğan Bey'e Çakır Dede'den himmet istemesini söyledim. Kabrinin başına gittik.

Erdoğan Bey, 'Aarabamın anahtarını bulayım. Sizin yolunuza bir adak keseceğim" dedi. 2 saat sonra anahtar bulundu. Bu olayı canlı olarak ben ve Erdoğan Bey yaşadık.

 
Kurşun İşlemeyen Ali Kelek Duru:

Çakır Dede'nin duasını alan Çanakkale şehidi kardeşi Ali Kelek Duru'yu Kökobası Mahallesinde ikamet eden Gillek Koca şöyle anlatıyor:

"Çanakkale'de beraber askerlik yaptık. Düşmanın üstüne giderdi. Defalarca kurşun atılmasına rağmen geriye geldiğinde üstünden bir sürü mermi dökülürdü. Kurşun işlemezdi.

Benimde bizzat şahit olduğum bu olayı araştıran komutanımıza bir türlü söylemezdi. Sırrını anlatmayan Ali Kelek Duru bir gün komutanın ısrarına dayanamayarak sırrını anlattı. 'Ben, kardeşim İsmail'den (Çakır Dede) dualıyım. Onun korumasındayım. Soyumuz Hacı Bektaş Veli'ye dayanmaktadır' dedi. Bir gün sonra şehit oldu."

Yitik Bulucu Çakır Dede:

Hayvanı kaybolan, eşyası kaybolan vs. değerli eşyasını kaybedenler Dede'ye gider, o da onun akıbetini söylermiş. Dede kendisine adanan adaklardan sadece horoz, şeker ve lokumu kabul eder, onları fakir fukaraya dağıtırmış. Para kabul etmezmiş.

Günümüzde de bu bölgede kayıp yaşayanlar Dede'nin kabri başına gidip ona adak adayarak himmet istediklerinde çok zaman geçmeden kayıplarını buldukları ulema tarafından söylenmektedir.

Durmuş kızı Fatma Çetin şöyle anlatıyor:

"Dede Arapça okurdu. Yanında bir el kitabı taşırdı. O el kitabı Arapça idi.

Çakır Dede bana bir gün şunları söyledi:

Kızım öldüğün zaman hesaba çekileceksin.

Öldükten sonra soracaklar:

- Dinin ne?

- Rabbin Kim?

- Peygamberin kim?

- Kitabın ne?

- Kıblen neresi?

Rabbim Allah,

Kitabım Kur'an-ı Kerim,

Peygamberim Hz. Muhammed (s.a.a.),

Yönüm kıble, kıblem Kâbe, dinim İslam, Elhamdülillah Müslüman'ım,

Ehl-i Beyt üzere yaşadım, diyenlerden olursun inşaallah."

Durmuş kızı Fatma Çetin, Çakır Dede ile olan bir başka sohbetini de şöyle aktarıyor:

"Öldüğünde sana rehber verilecek. İsmini aldığın Hz. Fâtıma gibi yaşadıysan, onun gibi ahlakın güzel, Ehl-i Beyt'in yasaklarına uymuş isen verilen rehber senin yollarını açarak, Cennete götürecek. Rehberiniz size bölgenizi gösterecek, tanıtacak. Derecenize göre yer gösterecek. Yalnız, Hz. Fâtıma'ya uymadıysan, ahlakın kötü, hırsızlığın arsızlığın bol ise, o rehber seni yanacağın Cehenneme götürecek. Kâfir(Müslüman olmayan) ise mezarından dışarıya hareket edemeyecek. Sıkışıp kalacak.  Çevresinde gezenleri gördükçe, adım atamaması, kımıldayamaması ona kabir azabı olacak.

Allah'ın karşısına dik başınla, ak yüzünle ve pak kalbinle çıkasın, Allah verdiği surattan seni ayırmasın, karşısına verdiği suratla çıkasın."

Dede:"Kurtuluş Ehl-i Beyt'tedir"

Fatma Çetin şöyle anlatıyor:

"Çakır Dede şöyle derdi:

Müslümanlar 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan birisi hariç hepsi Cehennemdedir. O bir fırka ise benimde yolumun kökü olan İmam Ali Efendimize dayanan Ehl-i Beyt yoludur.  Yolunu sen seçeceksin, lakin size tavsiyem benim gösterdiğim yoldan ayrılmayın. Dergâhınızı terk etmeyin."

Çakır Dede'nin tayyi mekân-tayyi zaman kerameti

Çakır Dede'nin yeğeni Kemal Buçgün (Aka Kemal) anlatıyor:

"Bozyazı'dan İsmail Yılmaz (Mantık), Anamur Kaşdişlen köyüne düğün alayıyla beraber gidecek olur. Bu esnada ne olduğu anlaşılmayan bir sebepten dolayı Çakır Dede'nin gönlü kırılır. Çakır Dede de kamyona binmekten vazgeçer. Düğün alayındakikalabalık ne kadar ısrar etse de Dede kamyona binmez.

Dede'ye özel araç getirirler, onuda geriye çevirir. Düğün alayı bir türlü Dede'yi ikna edemez. İnsanlar Bozyazı'dan kamyonla Kaşdişlen'e hareket eder ve Dede geride kalır.

Kamyonla giden insanlar düğün evine vardığında gözlerine inanamaz. Çünkü Çakır Dede düğün evinin balkonunda oturuyordur. Gelenleri selamlar."

Devenin ayak izi:

Çakır Dede 7-8 yaşlarında anasına yardım edermiş. Bir gün ocakta ekmek pişirecek olan anası ateşi yakmış ve saçı ocağa koymuş. Anası oklava ile hamuru açmış, Çakır Dede elinde evreç ile pişirmeye başlamış.

O arada Çakır Dede dalmış ve pişirdiği ekmek yanmış. Bunun üzerine annesi; "Oğlum ekmek yandı" diye bağırmış.

İrkilen Çakır Dede, "Deveyi kurtardım" diye bağırmış. Anasına, "Ermenek'te bir deve yardan aşağı düşecekti. Ben onu kurtarmakla meşguldüm" demiş. Annesi, "Saçmalama" deyince, Çakır Dede omzunu açmış ve devenin ayak izini gösterince anası çok şaşırmış.

**********************
Zifiri karanlıkta parlayan ışık

Ali Ergül (Bektaş Ali) anlatıyor:

"Bozyazı'da bulunan dağlık, ormanlık ve uçurum olan Sarıağaç'tan Derebaşı mevkiine bir cenaze dolayısıylaDede ileberaber geliyorduk.  O önde ben ise arkada yürüyorduk. Dağlık bölge, çeşit çeşit sesler geliyor. O karanlıkta önümüzü göremiyoruz. Beni korku sardı. O esnada Dede'nin önünde öyle bir ışık parladı ki şaştım kaldım.

Dede bana döndü, 'Korkma, bizi Mevla kayırır' dedi.

O gün yaşadığım bu kerametle, Çakır Dede'nin erenlerden, maneviyat ehli bir kişi olduğunu anladım."

Durmuş Yılmaz kızı Fatma Çetin anlatıyor:

"Çakır Dede, 'Kabahat de gizli, ibadet de gizli olmalıdır. Sağ elin verdiğini, sol el bilmemelidir' derdi.

Çok güven verir, bu bölgede yaşayan herkes ona çok güvenirdi.

Dede, 'Ben öldüğümde öldü sanmayın, çok sıkıştığınızda çağırın yardımcı olurum' derdi.

Çakır Dede Cuma Namazında:

O dönemde yeni evli olan Durmuş Yılmaz kızı Fatma Çetin anlatıyor:

"Çok defa evime misafir olurdu. Yemeğini genellikle elimden yerdi. Evimiz Doğancı'da idi. Sarıağaç'tan Aksaz'a Cuma namazına gelirdi. Dönüşte karnını doyurmaya bize gelirdi. Türlü, taze fasulye, pilav ve yoğurdu severdi. Yemek üstüne ya dağ çayı, ya da şekerli kahve içerdi.

Yemeğini yer, kahvesini içer, duasını eksik etmezdi. O geldiğinde eve bir huzur yayılırdı. Evimizin bereketi artardı.

17 yaşında evlendim. Bana bir gün,'İki çocuğun olacak. Birinci eşin vefat edecek, daha sonra başından bir evlilik daha geçecek' diye söylemişti. Ben de o dönemlerde fazla inanmamıştım. Ama yaşadıklarım onun dediğiyle aynı şekilde oldu.

Keşfi açık; ileriyi görebilen bir insandı. Allah himmetini üzerimizden eksik eylemsin."

Adak:

Bozyazı'da ve çevresinde birçok insan Çakır Dede üzerinden adak adar, "Şu işim olursa Çakır Dede'ye bir horoz vereceğim veya iki kilo lokum dağıtacağım" adağında bulunurmuş, isteği gerçekleşirmiş.

Ulemanın anlattığına göre; Çakır Dede hasta bir insanı duasıyla iyileştirmiş.

Dede gezer, Ehl-i Beyt'i anlatır, insanları aydınlatırmış.

İnsanlar, Dede'ye genellikle yitikleri(kayıpları) için adaklar adarmış. Dileklerigerçekleşince de Dede'ye genellikle horoz verirlermiş. Bazen köye geldiğinde eşeğinin üzeri horoz ve tavuktan görülmezmiş. Dede'ye para verdiklerindekabul etmezmiş. Aldığı adaklarıda fakir-fukaraya dağıtır, onların gönüllerini alırmış.

Ağzından bir defa kötü söz duyulmamış.

Yöre ulemasına göre Çakır Dede, Cuma namazlarını kılan, gönül ehli, çabuk kırılan ve çok temiz bir şahsiyettir.

Çakır Dede Cuma namazı dönüşü Sarıağaç'a çıkarken elinden lokum ve şeker hiç eksik olmaz, çocuklara dağıtır, onları sevindirirmiş.

"Sultan Ana Kaynayan Aşure Kazanını Eliyle Karıştırırdı"

Durmuş Yılmaz Kızı Fatma Çetin anlatıyor:

"Yeşil Sarıklı Çakır Dede'nin hanımı Sultan Ana kaynayan aşure kazanını eliyle karıştırırdı. Bir gün yine aşure kazanları kaynamaya başladı. Sultan Ana kazanların başına geldi. Çomça (büyük tahta kaşık) aradı, bulamadı. Kolunu sıvadı. O kaynayan aşure kazanını eliyle karıştırdı. Herkes hayret etti. "

"Gidilmeyecek Yerlere Giderdi"

Çakır Dede'nin yeğeni Sani Erol anlatıyor:

"Ben çocuktum. 10-12 yaşlarındaydım. Bir gün Çakır Dede ne olduğunu anlayamadığımız bir sebepten dolayı kırıldı. Bir anda kayboldu.

Emir Ali Erol, Cavlak Dede ve bir ekip aramaya çıktı. Tam yedi gün arandı.

Dede öyle bir yere gitmiş ki bulan Emir Ali Erol,'Normal bir insanın tövbe gidemeyeceği bir yer. Oraya nasıl çıktı, anlam vermek mümkün değil' dedi.  Ekibin yedi gün arayıp zor bulduğu Çakır Dede, yolu olmayan, sarp uçurumların bulunduğu bölgeden bir anda kaybolması da şaşırtmıştı bizleri. Gittiği yerlere kimse gidemezdi, bazan bir anda kaybolurdu.

Bulunduğunda bizlere, 'Ben oraya çok çabuk gittim. Beni kırmayın, yanınızdan gidersem başınıza haller gelebilir' derdi."

 

Çakır Dede'nin Musahibi:

Loş İbrahim (İbrahim Tuna) Çakır Dede'nin yol arkadaşı, sırdaşı, gönüldaşı, kardeşi idi. Yani musahibi idi. Onu çok farklı severdi,"Yol arkadaşım" diye hitap ederdi.

Musahiplik:Yol Arkadaşı, Sırdaş, Kardeş

Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde ne Sünnilik ne de Alevilik kelimesi vardır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde sadece Ehl-i Beyt ismi geçmektedir.

Din kardeşliği; Alevilik inancında "Musahip" olarak geçerken, Sünnilik inancında da "İhvan" olarak tanımlanmaktır. Aynı fikri ve manayı taşımasına rağmen, ulaştığı yer aynı olmasına rağmen sadece kelime farklılığı vardır.

Musahiplik, kelime itibarıyla dünya ve ahiret (yol) kardeşliği anlamına gelmektedir. Hem maddeten, hem de mânen yani inanç boyutunda kardeş demektir.

Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Etle tırnak gibi birbirine bağlıdırlar. İki ekmeği olan diğerine vermekle yükümlüdür. Hayatın iyi yanı gibi kötü yanını da paylaşmakla yükümlüdür.

Musahiplikte Namus Kavramı Çok Önemlidir


"Eline, beline ve diline sahip ol" düsturunu yaşarlar. Birbirlerini hata noktasında yapıcı şekilde uyarırlar. Günah işletecek durumlardan devamlı kaçınırlar. Kula değil Allah'a karşı sorumlu olduklarını unutmaz ve hayata geçirirler.

Musahipler Yedi Göbek Birbirleriyle Evlenemezler:

Musahiplik bir defa yapılır ve bir ömür boyu sürer. Musahiplikte geriye dönüş yoktur. İnançsal ve toplumsal muhtevanın yanı sıra, ahlaki açıdan da önemli bir anlam taşıyan Musahipler, yedi göbek birbiriyle evlenmezler.

 Muhasiplik, Dede'nin (Mürşit) Onayı Olmadan Olmaz:

Musahip olmaya karar vermiş iki insan, eşlerini de yanlarına alarak dede ya da babanın (mürşidin) huzurunda bu isteklerini açıklarlar. Dede onları musahiplik hakkında bilgilendirir. Yükümlülüklerini ve sorumluluklarını anlatır. Onlara birbirini tanımaları için bir yıl zaman verir. Bu bir yılın sonunda eğer musahip olmaya karar verilmiş ise tekrar dedenin huzuruna çıkılır, dededen onay alınır. Eğer yol açısından bir sakınca görülmez, uygun bulunursa musahip adayları bir tören eşliğinde erkândan geçerek musahip olurlar.

Çakır Dede'nin Musahiplik Konusundaki Görüşleri:

Bu bölgenin manevi büyüğü, manevi koruyucusu, Hacı Bektaş Veli'nin torunu Yeşil Sarıklı Çakır Dede Musahiplik konusunda, "Doğruluk, dürüstlük, kardeşlik ve paylaşmak" dermiş.

Çakır Dede, Musahip olacaklara, "Peygamber ve O'nun emaneti Ehl-i Beyt gibi yaşayın. Onların yaşantısını tatbik edin ve o yoldan şaşmayın. Rehberiniz Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt olsun" dermiş.

Hz. Peygamber Efendimizin Musahibi, "Canım, kanım sana feda olsun ya Resûlallah" diyen, İmam Ali Efendimizdir.

İmam Ali Efendimiz, "Ya dinen ya da yaratılış itibariyle bütün insanlar birbiriyle kardeştir" buyurmuştur.

Hz. Ali'nin bu sözü Musahiplik inancının altında yatan manevi ve genetik iki boyutu; kardeşlik düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz ve İmam Ali arsındaki ilişki musahipliktir.
 

Peygamberimiz Muhacir'le Ensar'ı Musahip Yapmıştır:


O dönemde Musahip diye bir kelime olmamakla beraber, bugünkü uygulanışına baktığımızda, Peygamber Efendimiz Mekke'den Medine'ye göç edildiğinde Muhacir'le Ensar'ı birbirine Musahip yapmıştır.

Muhacir; dinleri ve inançları uğruna, Mekke'den Medine'ye göç eden Müslümanlardır.

Ensar ise; Mekkeli Müslümanlara yardım eden, varını-yoğunu onlarla paylaşan Medineli Müslümanlardır.

Peygamberimiz Ensar ve Muhacir'i (Musahip) kardeş ilan etmiş, onlar da bu kardeşliği gerçekten uygulamışlardır.

Alevi ve Sünniler de Birbirinin Kardeşidir:

Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'tir. Ehl-i Beyt ortak paydasında Alevi ve Sünniler birbirinin kardeşidir.

Alevilik ekolü ve Sünnilik ekolü arasına İngiliz ajanları tarafından ekilen nifak tohumları ile İslam âlemi parçalanmaya çalışılmıştır. Alevileri; Hz. Ali'ye (a.s.) inananları bâtılda göstermek için oryantalistlerin kullandığı uydurma terimlerle hak olan bâtılmış gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Alevilik ekolündeki "Musahiplik" ile, Sünnilik ekolündeki "İhvanlık", "din kardeşliği" manasına gelmesine ve aynı yola çıkmasına rağmen bu ayrılık körüklenmiştir.

Musahiplik müessesesi, kendisini Sünni ekolün din âlimi olarak lanse eden, aslına baktığınızda koynunda haç olan İngiliz ajanları tarafından saptırılmaya çalışılmıştır. Allah bu tür insanların şerrinden Müslümanları muhafaza eylesin….

Ehli Beyt'te Birleşmekten Başka Çaremiz Yoktur:

"Alevisi ve Sünnisi Ehl-i Beyt çatısında kardeştir, birdir, beraberdir, kardeştir" diyen Türkiye'nin yetiştirdiği enderâlimlerden olan Prof. Dr. Haydar Baş'ın şu sözleri tarih için çok önem arz etmektedir:

"Alevi ve Sünni ekolünde müşterek payda Ehl-i Beyt'tir. Ortak payda, Kur'an ve hadislerin beyan ettiği Ehl-i Beyt görüşünde ve yaşantısında bir ve beraber olmaktır. Her iki dünya da Ehl-i Beyt etrafında akaidini ve İslami şartlarını yaşamalıdır. Bu aynılık, sosyal hayata da yansımalı; siyasette, kültürde, medeniyette bir ve beraber olarak İslam kardeşliği temin edilmelidir.

Esasen Şii ve Sünni dünyası birbirinin kardeşidir. Birbirinin itikat ve ibadetine her konuda sahip çıkacak; can, mal ve namus emniyetini koruyacaklardır. Böylece vücuda gelen İslam kardeşliği adındaki birlik, bu dünyanın canına, malına, namusuna, din ve vicdan emniyetine savaş açan Haçlı dünyasının karşısında bir bilek ve bir yürek olabilecektir. O'nun için tek kurtuluş yolu olan Ehl-i Beyt'te birleşmekten başka çaremiz yoktur."

Ehl-i Beyt'i Sevmek Farzdır

Ehl-i Beyt'i sevmek, "De ki: Ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum" ayetinde buyrulduğuüzere farzdır. İmam Şafii de bu hususu, "Ehl-i Beyt'i sevmek farzdır" diyerek ifade etmektedir

Ehl-i Beyt, kelime mânâsı olarak Resûlullah'ın (s.a.a.) ev halkını ifade etse de, ayetler ve Hz. Peygamberin (s.a.a.) hadisleri ile sabittir ki, Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Ali (a.s.), Hz. Fâtıma (a.s.), Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin (a.s.) Ehl-i Beyt'tir.

İmam Ali'den (a.s.) itibaren gelen imamlar, bu gerçeğin altını hadisler ile çizmiş ve Ehl-i Beyt'i sevmek ve onlara tâbi olmak ile ilgili pek çok ikazlarda bulunmuşlardır.

İmam Bâkır (a.s.) Ehl-i Beyt hakkında şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki, biz Ehl-i Beyt'in sözleri kalpleri ihyâ eder." (Bihâru'l-Envâr, c. 2, s. 144).

İmam Muhammed Bâkır (a.s.) Ehl-i Beyt'i sevmek hususunda şöyle buyurmuştur:

"İnsanları Allah'a (c.c.) yakınlaştıran en üstün şey Allah'a itaat, Resûle itaat ve emir sahiplerine itaattir."

Daha sonra İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurdu:

"Bizim sevgimiz iman ve bize buğzetmek ise küfürdür." (el-Kâfi, c. 1, s. 187).

Muhammed b. Müslim, Ebu Ca'fer'in (Muhammed Bâkır) şöyle dediğini rivayet eder:

"Farklı yollara sürüklenmeyin. Vallahi yalnız Allah'a itaat edenler bizim sevenlerimizdir." (Usul-i Kâfi, Kuleynî, c. 2, s. 154).

Ve İmam Bâkır (a.s.), Ehl-i Beyt ile beraber olma hususunda önemli bir ölçü koymaktadır. Ehl-i Beyt'i sevmek, aslında Allah'ın emridir ve onlara itaat Allah'ın emrine uymaktır:

"Her kim, Allah'ın emrine itaat ederse, bizim velimiz ve dostumuzdur. Her kim de Allah'ın emirlerine isyan ederse, bizim (Ehl-i Beyt'in) düşmanımızdır." (Usul-i Kâfi, c. 2, s. 75).

Ca'bir el-Cûfî, İmam Ebu Ca'fer'den (a.s.) şöyle rivayet etmiştir:

"Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: Namaz kılıp da namazında Benim ve Ehl-i Beyt'imin üzerine salât getirmeyen kimsenin namazı kabul olmaz." (el-Hilaf, c. 1, s. 131).

Ehl-i Beyt Aşığı Prof.Dr.Haydar Baş


Prof. Dr. Haydar Baş diyor ki:

"Sevgili kardeşlerim, İslam dininde sevilmiş ve seçilmiş insanlar vardır. Bunların başında gelenlerin ilki âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.a.) Efendimizdir. O rahmetenli'l-âlemindir. Yani âlemlere rahmet olarak gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak O'nun için, 'Ancak Seni biz rahmet olarak âleme gönderdik' buyurmaktadır.

Peygamber Efendimizin mübarek hadislerine göre, insanların O'ndan başka kıyamet vaktine kadar gelecek manevi liderleri vardır. Kendinden sonra gelen ilk insan İmam Ali kerremellahu veche efendimizdir. Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Peygamber ailesi olarak tanıttığı kızı Fâtıma, damadı Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizden oluşan ailenin adına Ehl-i Beyt denir."

Ehl-İ Beyt'te Kusur Aramak Bâtıldır:

"Ehl-i Beyt'te kusur, hata aramak yanlıştır, bâtıldır"tespitini yapan Prof. Dr. Haydar Baş şöyle devam ediyor:

"Ehl-i Beyt hakkında Kur'an-ı Kerim'de, 'Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister' diye buyurmaktadır. Yani Ehl-i Beyt dediğimiz; gerek İmam Ali, gerek Hz. Fâtıma, gerek Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimiz tertemiz insanlardır. Bu insanlarda kusur, hata aramak yanlıştır, bâtıldır.

Bir başka ayet-i kerimede de Cenabı Hak, 'De ki: Ben peygamberliğimi tebliğe karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum' buyurmaktadır. Yani Allah, Peygamberinin lisanından Ehl-i Beyt'ine ancak sevgi duymamızı istiyor, onları sevmemizi istiyor.

İmamŞafii hazretleri buyuruyor ki; 'Bu ayet-i kerimeyle Allah, bize Ehl-i Beyt'i sevmemizi farz kılmıştır.'

Yani bizim Hz. Ali'yi sevmemiz, Hz. Fâtıma'yı sevmemiz, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizi sevmemiz mezhep imamı İmam Şafii hazretlerinin beyanına göre farzdır. Delil olarak da bu ayet-i kerimeyi gösteriyor."

Resûlullah Halife Olarak İmam Ali'yi Nasbetmiştir

"Bu yoldan gelen insanlar Peygamberin ruhaniyetini taşıyan insanlardır. Bunların içerisinde sevilmiş ve seçilmiş insan şah-ı velayet İmam Ali Efendimizdir" diyen Prof. Dr. Haydar Baş, "Cenab-ı Peygamber Efendimiz halife olarak yerine İmam Ali'yi nasbetmiştir. Yani İmam Ali, Resûlullah (s.a.a.) Efendimizden sonra gelen ilk halifedir. Tabii bu konuda büyük ulemanın çok ciddi görüşleri ve sözleri var. Peygamber Efendimizin Hz. Ali'yi yerine imam tayin ettiğine dair 220 tane Sünni âlimi ve Sünni dünyasında şöhret olan zatlar Peygamber Efendimizin bu hadis-i şeriflerini bize rivayet ediyorlar. Resûlullah, Veda Haccı'ndan sonra Gadir-i Hum denilen yerde, 'Ben Ali'yi yerime halife bırakıyorum' diye ilan etmiştir. Bu sözü de 220 tane Sünni âlimi eserlerinde kaleme almıştır. Bunu şunun için söylüyorum: Sünni dünyasıyla Alevi dünya arasında aslında çok ciddi bir mutabakat ve beraberlik vardır" diyor.

İslam'ı Öğrenmek Ehl-i Beyt'le Mümkündür:

Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadelerini aktarmaya devam ediyoruz:

"Dinin iki tane kaynağı vardır. Bu kaynaklardan bir tanesi Kur'an-ı Kerim, diğeri de Ehl-i Beyt'tir. Peygamberimiz, 'Ben size iki kaynak bırakıyorum biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri Ehli- Beyt'im, ıtretimdir' buyuruyor. Binaenaleyh bir insanın Müslümanlığı öğrenmesinin en kestirme yolu Peygamber Efendimizin Ehl-i Beyt'inin yolundan giden insanlarla beraber olması ve onlarla fikir birliği, duygu birliği yapmaktır.

Peygamber Efendimiz, 'Ali bin Ebi Tâlib Benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir. Ve Benden sonraki halifemdir Ali' diye buyurmaktadır. Aynı hutbenin bir başka yerinde, 'Mü'minlerin emiri Ali'dir. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur' diye buyrulmaktadır.

Yine bir başka hadis-i şerifte 'Ey inananlar, bu Ali'dir. O Benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim içerisinde iman eden kimseler arasındaki halifemdir' buyrulmaktadır.

Gadir-i Hum hutbesinin bir başka yerinde Resûlullah, 'Ey insanlar Ben hilafet emirini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum' buyurmuştur.

Yani hepinizin bildiği gibi Hz. Peygamberden sonra halife İmam Ali ve ondan sonra gelen on iki imamdır. Yine bir başka hadiste, 'Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır. Benden sonra Ali, Allah'ın emriyle sizin veliniz ve imamınızdır. İmamet makamı O'ndan sonra da Allah Resulüyle görüşeceğiniz güne kadar O'nun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır' şeklinde buyrulmaktadır.

Görülüyor ki, hilafet konusunda ayrı ayrı görüşler olsa da Peygamber Efendimizin açık ve net ifadesine göre İmam Ali Efendimiz ilk hilafet makamına oturan kişidir. Kıyamete kadar da O'nun velayeti devam edecektir."

Çakır Dede:"73 Fırkadan Kurtuluşa Erecekler Ehl-i Beyt Yolunda Olanlardır":

Çakır Dede diyor ki:

"Kardeşlerim, Ehl-i Beyt istikametinden sakın ayrılmayın! Lakin tek kurtuluş yolu odur. Benim size tavsiyem şudur: 73 fırka var. Ama tek bir fırka kurtuluşa erecek. O da Peygamberimizin emaneti Ehl-i Beyt istikametiüzere olanlar olacaktır. İşte sizler bu istikamette doğru yoldasınız. Sakın ola ki yolunuzdan şaşmayın."

Tahtacı Alevi Toplumunun Dedesi ve Adalet Anlayışı:

Ahmet Yılmaz (Emekli Öğretmen) anlatıyor:

"Çakır Dede daha sağdır. Mahalleden bir talibi, cuma günlerinde kurulan pazardan kendisine iki tane gömlek alır. Aradan bir süre geçtikten sonra, Dede'nin ikamet ettiği mahallede bir lokma verilecektir. Lokmanın verileceği günün bir gün öncesinde bütün çevrede bulunan Alevi canlara lokmanın verileceği duyurulur ve lokma sahibinin evine davet edilir.

Talip, eşine lokma için gideceğini ve kirli gömleğinin birini yıkamasını söyler. O yıllarda evlerde su ve hali ile çamaşır makinesi de bulunmamaktadır. Talibimizineşi, yeni gömleği veririm giyer düşüncesi ile kirli gömleği yıkamaz.

Sabah olur, kahvaltı için bir şeyler yendikten sonra, lokma evine gitme hazırlığına başlarlar. Talip, eşinden yıkamasını istediği gömleğini ister.

Talibin eşi içinden, 'Yeni aldığı gömleğin birini veririm giyer' der ve yeni gömleğin birini giymesi için eşine uzatır. Talip kadına kızar ve yeni gömleği giymez, onun yerine kirli gömleği giyip lokma evine gitmek ister. Bu nedenle talip ve eşi arasında tartışmalar olur ve birbirlerine biraz kırılırlar.

Kadın ve eşi yola çıkar lokma evine hiç konuşmadan varırlar.

Bu sırada lokmalar pişer, sofralar kurulur, sofraların etrafına talipler ve bacılar oturup lokmalar alınacaktır.

Çakır Dede her zaman yaptığı gibi taliplere sorar: 'İçinizde dargın, kırgın olan var mı?'

Kimseden ses çıkmaz.

Eşinin gömleğini yıkamayan bacı hemen Dede'nin önüne gelir ve niyazını yaparken, 'Var Dedem'der. Ve olayı olduğu gibi anlatır.

Dede düşünür, diğer taliplerle konuşur, bu talibinin üç lokmadan uzak kalmasını, sonra da küçük bir kurban keserek lokma vermesini teklif eder ve taliplerle bu doğrultuda karar kılınır.

Eşine karşı davranışlarından dolayı talip düşkün çıkarılmıştır. Talip lokmayı yemeden eşini de yanına alarak o ortamı terk eder ve evine döner.

Tahtacı Alevilerinde kolay kolay eşinden boşanma, hırsızlık, öldürme ve kavga olayları olmaz.

Hacı Bektaş Veli'nin, 'Eline, beline, diline, eşine, aşına ve işine sahip ol' sözlerine uygun yaşamaya çalışır."

Çakır Dede, Saygıyı Hak Edenlerdendir:

Ahmet Yılmaz(Emekli Öğretmen)anlatıyor:

"İnsan vardır saygıda asla kusur edilmez. İnsan vardır, saygı göstermek saygıya hakaret olur.

Hak ve adaleti bilen ve kendi taliplerine kusursuz bir şekilde uygulayan, kimseyi kırmayan, deyim yerinde ise karıncayı dahi incitmeyen bir yol önderidir Çakır Dede.

Ağızından asla kötü anlamlı bir sözcük çıkarmaz, herkese karşı nazik davranan, toplumu daima aydınlığa doğru yönlendirmeye çalışan birisidir. 'Hayat çok kısa, edebinle yaşa' diyen Çakır Dede, Anadolu'nun güneyinde, Toroslar'ın Akdeniz'e bakan yamaçlarında, devletten uzak, gözden ırak fakat gönüle yakındır. Ormanla kaplı dağların başında, Ehl-i Beyt yolunun gereklerini, bildiği kadar, dürüst ve gerçekçi olmaya çalışarak yerine getirmeye çalışmıştır."

Çakır Dede Dürüstlük Abidesiydi:

Ahmet Yılmaz anlatmaya devam ediyor:

"Çakır Dede'nin aksakallı olması ona olan saygımız, çocukluğumuzda her gördüğümüz aksakallıya saygıya dönüşürdü. Başka aksakallılar saygıyı hak etsin, etmesin, aksakalından dolayı saygılı olmaya çalışırdık. Aksakal, Çakır Dede sayesinde ve bizim nazarımızda saygı göstermenin gereği gibi algılanırdı. Aksakallı olan her yaşlı, bize göre çocukluğumuzda bir Çakır Dede idi.

Çakır Dede biz çocuklarda böyle bir iz bırakmıştı.

Kısaca Yeşil Sarıklı Çakır Dede, saygıyı hak edenlerdendi.

Yattığı yer cennet olsun.

Allah, bölgedeki Tahtacı Alevileri de Çakır Dede'nin doğruluk ve dürüstlük yolundan ayırmasın!"

Yeşil Sarıklı Çakır Dede Kutsi Bir Güçtür:

Ahmet Yılmaz, Bozyazı Haber'de şöyle anlatıyor:

"Eski günlerimizde, 53-54 yıl önce ilkokula Tekedüzü Köyü'nden Bozyazı merkezdeki o zamanki adı Gürlevik İlkokuluolan okula gelir giderdik.

Haftada pazar günü hariç her gün geliş gidiş en az 10 km yol yürürdük. Akşamları gaz lambası veya çıranın ışığında ders çalışır, kitap okurduk. Birçok arkadaşımızla yolda oyuna dalar, özellikle kış günlerinde eve geç vakitlerde gelebilirdik. Bu nedenle içimizde okula devam edenler oldukça az oldu.

Yeşil Sarıklı Çakır Dede o zamanlar sağdı. Çevre köylerden, herhangi bir eşyasını veya hayvanını kaybeden, yakınlarından ve çocuklarından hasta olanlar, Dede'ye bir şeyler adardı. Mesela 'Kaybolan koyunumu sağ olarak bulursam Çakır Dedeme bir horoz adıyorum" gibi... Bulduğunda da o adağını mutlaka yerine getirirlerdi.

Çakır Dede'nin bir de eşeği vardı. Cuma günleri Sarıağaç'ta bulunan evine dönüşünde eşeğinin üzerinde birçok horoz bağlı olduğu gibi heybesinde de eşyalar dolu olurdu. Bunların hemen hemen tamamına yakını da adakların yerine getirilmesi nedeni ile verilenlerdi.

Tekedüzü Köyü'nden geçerek Sarıağaç'a giderken gördüğümüzde ona karşı saygılı davranır, onda kutsi bir gücün olduğuna inanırdık. Çünkü büyüklerimiz böyle anlatırlardı yanımızda, bizde bunun etkisi ile inanırdık."

"Bölgemizde En Hırçın İnsanlar Dahi Ona Saygılı Davranırdı":

Ahmet Yılmaz, Bozyazı Haber'de anlatmaya devam ediyor:

"Çakır Dede, pak yüzlü, mavi gözlü, aksakallı ve orta boylu bir dede idi. Başına daima bir şapka giyerdi. Saygılı davranan yalınız çocuklar değil, tanıyan yörenin en hırçını ve eşkıya insanları dahi ona saygılı davranırdı.

Çakır Dede nur içinde yatsın, yattığı yer cenneti mekân olsun."

 

Çakır Dede'nin Özlü Sözleri:


  • Çocuklarınızı dürüst yetiştirin, gerisi kendiliğinden gelir.


  • Ehl-i Beyt yolundan sakın ayrılmayın.


  • Ehl-i Beyt gibi yaşayan kurtuluşa erer.


  • Evliya ziyaretlerinden dolu olarak dönmek için, boş(kalp) geliniz.


  • Ehl-i Beyt aşkıyla yanmayan kurtuluşa eremez.


  • Dargın olmayın, dargınlık kalpleri kirletir. Toplumu bozar.


  • Kazanmak zor, kaybetmek kolaydır.


  • Kalbi bozuk olanın işleri rast gitmez, kalbi temiz olana Allah yardım eder.


  • Evlat, hayat çok kısa edebinle yaşa…


  • Susmak haksız olduğunuz manasına gelmez.


  • Iklar alınmadan evlilik olmaz. O'na göre hareket edin.


  • Dürüstlükten taviz vermeyin.


  • Adaletli olun. Çalmayın


  • Sakın bilerek insan gönlü kırma.


  • Allah'ı unutan yanlış yola sapar.

Yeşil Sarıklı Çakır Dede'nin ömrü Ehl-i Beyt'i anlatmak ve yaşamakla geçmiştir. Doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayan Yeşil Sarıklı Çakır Dede 76 yaşında Bozyazı'nın Sarıağaç mevkiinde hayata gözlerini yummuştur. Kabri Mersin'in Bozyazı ilçesi Tekedüzü Mahallesi mezarlığındadır.

Allah mekânını Cennet eylesin!

Iklar(İkrar) Alınması –Yemin Vermek

Bölgelere göre değişen kelime ikrar olarak geçerken Mersin Bozyazı ilçesinde "Iklar" olarak söylenmektedir.

Iklar alınmasını Çakır Dede yaşadığı dönemde hep kendisi yapmıştır. Hiçbir zaman vekil tayin etmemiştir.

"Iklar alınması" hayatın her alanında kullanıldığı gibi, ekseriyetle dini nikâh için lanse edilmiştir.

Kısaca Iklar alınması, bir şeyi kabul ettiğini açıkça söyleyip, bu kabul ettiğine sonuna kadar bağlı kalacağına dair yemin etmek manasına gelmektedir.

Çakır Dede,"Kendinizi Hakkın emrine uymayan ıklarsızlardan saymayınız. Âdem ve Havva gibi ıklarlı olun. Kul şahitliğinde, Allah huzurunda ıklarlı olun, verdiğiniz yeminden dönmeyin, yapılan nikâh Hakkın emrini gönül rızalığı ile kabullenmiş birbirinize Allah huzurunda verdiğiniz bu yemini asla unutmayın" demiştir.

Çakır Dede için ıklar çok önemli, önemli olduğu kadar da kutsal bir kavramdır. Evlenecek çiftler ıklar(ikrar) alınması konularına uygun erkânlarla yerine getirilir. Nikâh erkânı da bu erkânlardan biridir. Evlenen çiftlerin Pir divanında ve hazır bulunanların şahadetiyle birbirlerine verdikleri söz (ıklar) ömür boyu geçerlidir. Burada ıklar özelde evlenecek olan çiftler için geçerlidir.

Evlilik için kurulan Pir Divanı Hak divanıdır. Bu divanda verilen sözden (öl ikrar verme, öl ikrarından dönme) geri dönüş yoktur, ölüm veya çok özel durumlarda çözüm yine Pir divanındadır. Aksi halde sözüne, sadakatine uymayanlar, verdikleri ikrara sırt çevirenler Düşkün sayılır. Eşinden haksız yere ayrılanların yeniden evlenmeleri halinde Dede nikâh kıymaz. Nikâhın kıyılması için ayrılan eşlerin birbirlerine rızalık vermeleri gerekmektedir.

Araf Suresi 172. Ayet–İlk Iklar:

Araf Suresinin 172. ayetinde verilen ilk ikrar bizlere şöyle anlatılmaktadır:

"Hani Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkarmıştı. Onları kendilerine şahit tutarak, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' buyurmuştu. 'Evet, ey Rabbimiz, şahit olduk' demişlerdi." Bu şahadet, kıyamet günü "Ya Rabbi bizim verdiğimiz bu ikrardan haberimiz yoktu'' dememeleri içindi.

Aleviler, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna, Hz. Ali'nin veliliğine, Tevella ve Teberraya, Ehl-i Beyt ve Kur'an emanetlerine sahip çıkacaklarına dair Iklar verirler. Musahiplik kavlinde, nikâh akdinde, kirvelik erkânında ikrar alır ikrar verirler.

Tevella; Hz. Ali'yi ve Ehl-i Beyti sevmek, onları sevenleri sevmek ve dost edinmek anlamlarını içermektedir.

Teberra ise; Hz. Ali ve Ehl-i Beyt düşmanlarına düşman olmak, onlara yüz çevirmek ve onlardan uzaklaşmak demektir.

İkrar veren ikrarından dönemez. "Öl ikrar verme, öl ikrarından dönme" bunun en açık ifadesidir.

Buyruklarda ikrarından dönenler lanetlenmiş, "Allah'ın rahmetinden uzak olanlar" diye nitelendirilmişlerdir.

"Gözüm tok, karnım tok, dünya malına,

Onlara aldanıp, kanmam ya Ali.

Hak hidayet etti, girdim yoluna,

İkrar bozup, geri, dönmem Hak, Muhammed, Ali diyenlere..."

Nikâh (Iklar veya İkrar):

Iklar alınmasında dede ve en az iki musahipli aile şahit olarak bulunur. Bu sayı bazen dört-beş aileye de çıktığı olmuştur. Dede huzuruna gençler gelir.

Dede onları Allah'ın selamıyla karşılar. "Sevgili gençler, Allah'ın emri, Peygamberin kavli, Ehl-i Beyt'in çizdiği yolda, cümle erenlerin himmeti ile sizin nikâhınızı kıymak için burada bulunuyoruz" der.

Iklar alınacak gençlere uyarılar yapılır

Şu anda Hak divanında; irfan meydanındasınız. Vereceğiniz sözleri Allah'a vereceksiniz. Yolumuz Kur'an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt yoludur. Yolumuz ve erkânımız gereğince, sizlere anne ve babalarınız da dâhil olmak üzere hiç kimse baskı yapamaz, ömür boyu bir yuvada geçinecek olan sizler olduğunuza göre, karar verecek olanda sizlersiniz, vereceğiniz söz bir ikrardır, ikrarından dönenler düşkündür. Çok haklı bir neden yoksa ikrarından dönüp boşanmak iyi kabul görmez. Cenab-ı Rabbi'l-Âlemin kimsenin yuvasını dağıtmasın, şimdi çok iyi düşünün, size soracağım sorulara hiçbir baskı ve etki altında kalmadan Allah'ın sizi duyduğunu bilerek cevap verin.

İlk önce kıza sorulur

Kızım, Allah'ın emri, Peygamberin kavli ve Ehl-i Beyt içtihadı, yerin ve göğün tanıklığı ve hâzırûnun şahadeti (şahitliği)  ile hiçbir baskı ve etki altında kalmadan, kendi arzu ve isteğin ile ………… doğma ………… oğlu ile iyi gününde, kötü gününde, hasta gününde, dar gününde ve geniş gününde ortak ve yardımcı olmak kaydı ve şartı ile ömür boyu kendine eş olarak kabul ediyor musun?

Aynı sorular damada sorulur

Bu soru her ikisine de üçer kere tekrar edilir evet cevapları alınırsa, hâzırûna da(şahitlere) verdikleri söze şahit oldukları ve evlenmelerinde bir engel olup olmadığı sorulur.

Tanıkların ve konukların huzurunda, her ikinizin de rızalığı alınmıştır. İyi gününüzde kötü gününüzde, sağlığınızda hastalığınızda, varlığınızda, yoksulluğunuzda, ailece birlik ve beraberliğinizi koruyacağınıza, birbirinize destek olacağınıza, söz verdiniz.

Ben de burada,  Allah'ın emri, Peygamberin kavli ve hazır bulunan cemaatin şahadetiyle, Ehl-i Beyt içtihadı üzere sizleri birbirinize eş olarak açıklıyorum.

Hak Muhammed Ali, İmam Hüseyin, İmam Hasan, Hz. Fâtıma, Oniki İmamalar, Hünkâr Bektaş Veli, Abdal Musa, Melekler, Gerçek Erenler ve burada bulunan hâzırûn evlilik için verdiğiniz söze tanık olsun. Cenab-ı Allah kuracağınız yuvaya huzur ve mutluluk versin, canınızdan sağlığı, yuvanızdan mutluluğu, gönlünüzden esenliği eksik eylemesin. Sizleri ve gelecek nesillerinizi ilimden, irfandan, insanlık için doğru olandan ayırmasın.

Cümle erenleri anarak kıydığımız bu nikâh her iki taraf için hayırlı ve uğurlu olsun. Allah sizleri mutlu eylesin, darda, zorda bırakmasın.

Nikâh duasına geçilir

Allahümme salli ala seyidine Muhammed ve ala âl-i seyyidina Muhammed. Hak laillaheillallah. Hak birsin Muhammedün Resûlullah, Aliyyü'n-veliyullah, Ehl-i Beyt'i keremullah, şefaat kıl ya Resûlallah.

Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun, peygamberlerine, erenlerine, velilerine salat ve selam olsun.

Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla...

Geldiğiniz yolda, durduğunuz darda, ikrarınız daim, muradınız hâsıl ola, Hak Muhammed Ali, Oniki İmamlar, Hünkâr Bektaş Veli, Abdal Musa, Erenler meydanında Hak Muhammed Ali yolunda siz değerli şahitlerin huzurunda kıydığımız bu nikâhı mübarek eyleye...

Yüce Allah sizleri Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimizin(s.a.a.) şefaatinden, Ehl-i Beyt'in ve Oniki İmamların katarından, didarından ayırmasın.  Aranızdaki sevgi Allah-ü Teala'dan yansıyan Hz. Muhammed ile Hz. Hatice'nin, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın arasındaki sevgi olsun, aşk ve muhabbet olsun…

Ey Yüce Allah'ım! Kızımız; Hz. Fatıma'yı, oğlumuz; İmam Ali'yi kendine örnek alsın, onların yaşantıları doğrultusunda yaşamayı nasip eyle ya Rabbi…

Ey yüce Allah'ım! Bu dualarımızı kabul eyle. Hz. Muhammed Efendimizin şefaatinden mahrum eyleme.

Ey yüce Allah'ım! Senden başka kimsemiz yok. Sana sığınarak bir yuva kurmak isteyen bu gençlerimize mutluluk içerisinde ömür boyu birlikte yaşamalarını nasip eyle, hayırlı evlatlar nasip eyle. Onları her türlü kötülüklerden koru, yollarını yolsuza, işlerini arsıza, pirsize düşürme ya Rabbim.

Nikâhınız hayırlı olsun. Hak, Hz. Muhammed, İmam Ali yardımcınız olsun.

Duadan sonra, şerbet dağıtılır

İmam Ali ile Fâtıma Anamızın nikâh töreninde Hz. Muhammed Efendimizin konuklara bal şerbeti ikram ettiği birçok yazılı kaynakta mevcuttur.

Nikâh için hazırlanmış şerbet bir bardağa doldurularak yarısı kıza, yarısı da erkeğe içirilir.

Nikâhı kıyılan çift önce dede ile ardından anne ve babaları ve hâzırûnun ellerini öperler ve helallik isterler.

Böylece Iklar alınmış, nikâh erkânı bitirilmiş olur.
 

Atatürk Ehl-i Beyt soyundan seyittir

Atatürk, yaklaşık 76 yıldır bazı ideolojik çevreler, fitnebazlar tarafından Türk halkına yanlış tanıtılmaya çalışıldı. Çarpık bir mantıkla anlatıldı.

İsterseniz Atatürk'ün hayatı ve düşüncelerine bir göz atalım. Bazı kesimlerin öne sürdükleri fitnelerin aslının olup olmadığına ve Atatürk hakkında ortaya atılan iddiaların bütünüyle nasıl gerçek dışı olduğunu beraber görelim.

Mustafa Kemal Atatürk 7 yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmedip, 8 yaşında ise hafız olmuştur.

1900'lü yılların başlarında Türk milletinin genel görünümünü, kafa yapısını düşünerek hareket edecek olursak, dini bilgisi olmayan bir kişinin bu kadar büyük işler başarması zor ve imkânsızdır. Bu milleti kurtuluş savaşına ikna etmiş ve büyük zaferlere imza atmıştır.

Ben şahsen çocukluğumdan bu yana Atatürk'ün büyük bir zat olduğunu veya arkasında büyük bir zatın olduğunu düşünmekte idim. Atatürk'ün Ehl-i Beyt soyundan gelen seyit olduğunu öğrendiğimde de çok şaşırmadım.

Mustafa Kemal Atatürk bizim maalesef öğrenme imkânı bulamadığımız çok ciddi bir dinî eğitim ve anlayışla yetişmiş mümtaz bir şahsiyettir.

Annesi Bektaşi tarikatının şeyhi Rıfat Efendi'nin müridesidir! Çok takva bir kadındır, Molla Zübeyde Hanım 5 vakit namaz kılmıştır.

Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi hakikaten samimi bir Bektaşi ailesinin evladıdır. Ailesi iyi bir Bektaşi ailesi olduğu için 12 İmam'dan İmam Rıza'nın soyundandır.

Tarihçi Emre Polat yaptığı açıklamada şunlara yer vermektedir:

"Osmanlı arşivlerine göre Atatürk anne ve baba tarafından seyittir. Atatürk sıradan bir insan değil. Atatürk'e ve onun mübarek ailesine sistematik bir şekilde küfrettiren, kindar bir nesil yetiştirenler bilinçli bir oyunun parçalarıdır. Yıllarca Atatürk'ün annesi ve babasıyla ile ilgili alçakça iftiralarda bulunmuşlardır.

Sonra bu ufku bize Prof. Dr. Haydar Baş açtı ve dedi ki: 'Mustafa Kemal Atatürk, ona dinsiz diyenlerin hepsinden daha dindar ve hepsinden daha Türk'tür.'Atatürk, seyit ve soyu da belli bir insandır. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde yaptığımız araştırmalar ve diğer araştırmacıların da katkılarıyla şunu gördük; Atatürk Ehl-i Beyt soyundan geliyor."

 

İşte Atatürk'ün soyağacı!

Tarihçi yazar Emre Polat açıklamasında Atatürk'ün soyağacıyla ilgili de çarpıcı bilgiler vermektedir: "Atatürk'ün soyu baba tarafından 1500'lü yıllardan itibaren soyunu bulduğumuz Molla Hasan'a gidiyor. Molla Hasan'ın oğlu Şeyh Ahmet, Kızıl Ahmet lakabıyla da bilinir. Kızıl lakabı da Balkan coğrafyasına Ehl-i Beyt mayasını taşıyan Sarı Saltuk'un halifelerinden olan Kızıl Deli Sultan'dan geliyor. Şeyh Ahmet'in 4 tane çocuğu var. Bunlar Şeyh Yakup (Mevlevi şeyhi), Şeyh Mehmet Ali (Mevlevi şeyhi), Şeyh Ali Rıza (Halveti şeyhi) ve Şeyh İbrahim Ethem (Mevlevi şeyhi). Şimdi Şeyh İbrahim Ethem'in çocuklarını sayıyorum; Emine molla, Fatma molla, Şeyh Mehmet Emin, Ali, Mahmut ve Ali Rıza.' Bu Ali Rıza, Mustafa Kemal Atatürk'ün babası olan Ali Rıza'dır.

Ulaşılabilen en eski dedesi Ali Efendi. O'nun oğlu Mehmet efendidir. Mehmet efendinin 4 çocuğu var. Bunlar Abdullah, Mehmet Sait, Ali Rıza ve Feyzullah. Bu Feyzullah kim biliyor musunuz? Bu eş-Şeyh es-Seyyit Şeyhülislam Feyzullah Efendi. Yani Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın büyük dedesidir. O bir Osmanlı şeyhülislamıdır. O da şeyh ve seyit.

Devam ediyoruz.

Mehmet efendinin çocukları İbrahim Yorgani.

Onun çocukları Feyzullah, Mustafa, Hasan ve Zübeyde'dir.

İşte bu Zübeyde; Atatürk'ün annesi Molla Zübeyde Hanım'dır."

Tarihçi Emre Polat,"En önemli olan tarafı da Atatürk'ün anne ve baba sülaleleri üstte bir yerde birleşiyor. Detayları var, hepsinin belgesi var" diye açıklıyor.

 
Nakibüleşraflık ve Atatürk'le bağlantısı

Tarihçi Emre Polat konuşmasında seyit ve şeriflerle ilgili çok az bilinen bir noktaya da dikkat çekti. Atatürk'ün ailesinin nakibüleşraf olduğunu ifade eden Polat şu dikkat çekici bilgileri veriyor: "Osmanlı'da 1494 yılında II. Bayezid tarafından kurulan nakibüleşraflık müessesesi var. Nedir bu? Peygamber Efendimizin soyundan gelen seyit ve şeriflerin işleriyle ilgilenen bir müessese. Nakibüleşraf kaymakamları seyitler arasından seçilirdi. Atatürk'ün anne tarafından sülalesi Selanik'teki nakibüleşraf kaymakamlarıdır. Osmanlı'da nakibüleşraf kaymakamı olmak için tek şart var o da seyitliktir. Bu kadarı Atatürk düşmanları için yeterlidir. Şunu bilin, iki kere iki dört ederden daha net bir şekilde, Atatürk ve ailesi seyittir. Şimdi anladınız mı Atatürk'ün ismini, resmini gördüklerinde neden bu insanların tüyleri diken diken oluyor! İşte şimdi anladınız mı, Prof. Dr. Haydar Baş neden haykırarak Atatürk seyittir diyor!

Bu insanların derdi aslında Ehl-i Beyt ile... Özetle İslam dünyasını kuşatan fitneleri bilmeniz açısından size çok kolay bir yöntem öğreteyim. Eğer bir kişi veya grup Ehl-i Beyt'e düşman ise o İslam dünyasındaki en büyük fitne hareketidir.

Bugün Türkiye'de İslam'ı kendi tekellerinde gören sarıklı cübbeliler Mustafa Kemal Atatürk'ün ismini duyduklarında da irkiliyorlar, Haydar Baş Bey'in ismini duyduklarında da irkiliyorlar. Çok şükür. Bu çok güzel bir şey. Haydar Baş onların yüzyıllardır kurdukları düzene çomak soktu, fincancı katırlarını ürküttü, artık onların düzeni bitti. İslam'ı İslam'ın gerçek temsilcileri temsil edecek, Ehl-i Beyt'e sahip çıkacak, Ehl-i Beyt'in mahzunluğu son bulacak."

Osmanlı'da paşaların Kur'an eğitimi alması ve hafız olması şarttı. Dolayısı ile Atatürk de hafızdır. Osmanlı'nın kanunları Atatürk üzerine oynanan oyunları bozmaktadır. Atatürk dindardır.

Atatürk'ün İslam hakkındaki görüşleri

"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 70).

"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var." (Muzaffer Emdil, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, Ankara, 1988, s. 153).

Atatürk, Peygamberimizden bahsederken genellikle "Cenab-ı Peygamber", "Peygamber Efendimiz", "Fahr-i Kâinat Efendimiz"; O'nun devrinden bahsederken de "Peygamberimiz zaman-ı saadetlerinde" diyerek bahsetmiş ve her zaman saygısını dile getirmiştir.

Şemsettin Günaltay hatıralarında başka bir dilden Türkçe'ye tercüme olan dine ve Peygambere iftiralarla dolu bir kitabın Atatürk tarafından kendisine incelenmek üzere verildiğini ve kitaptaki iftiraların Atatürk'e gösterilmesi neticesinde kitabın derhal toplatılması emrini vererek o kitabın mütercimi olan şahsın derhal devlet işlerinden uzaklaştırılması emrini verdiğini anlatır.

Atatürk dünyada en hayran olduğu kişinin kim olduğu sorulduğunda "Hz. Muhammed" diye cevap vermiştir.

Atatürk, "Cenab-ı Peygamber, Hatemü'l-Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitab-ı Ekmel'dir…" demiştir. (İsmail Yakıt, Atatürk ve Din, Süleyman Demirel Üniversitesi Yay., Isparta, 1999).

Atatürk'ün zaman zaman çeşitli hafızları köşke çağırarak onlara Kur'an okutturduğu ve dinlediği bilinmektedir. Atatürk, "Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber, din ve dünya için neler yapılabileceğini düşünmek, yani danışmak için yapılmıştır" demektedir.

Atatürk, Hz. Muhammed (s.a.a.) hakkında şöyle diyor: "O Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinden bugün milyonlarca Müslüman yürüyor. Benim, senin adın silinir fakat sonuca kadar O ölümsüzdür." (Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s.208) .

Atatürk, Müslüman görünümlü koynunda haç olanlarla mücadele etmiştir

Atatürk, kendisini Müslüman olarak lanse edip, koynunda haç olan İngiliz ajanı, ABD ajanı ve Yahudi uşaklığına soyunan kişi ve kuruluşlara karşı mücadele vermiştir. Koynunda haç olan bu ajanlar Müslümanlığı ve Türk kimliğini yok etmek için faaliyet girişimlerinde bulunmuşlardır. Atatürk de bu oyunları bozarak ne İslamiyet'e, ne Türk topraklarına, ne de Müslüman Türk halkına zarar vermelerine müsaade etmiştir. Koynunda haç olan bu kişiler Atatürk'ü İslam düşmanı olarak lanse etmeye çalışmışlardır.

Mustafa Kemal Atatürk Bursa Amerikan Kız Koleji'ni kapattırdı!

Bursa Amerikan Kız Koleji 1854-1928 yılları arasında Bursa'da hizmet veren lise düzeyinde bir okuldur. Bu okulu diğer okullardan ayıran nokta ise bu okulun Atatürk tarafından kapatılmış olmasıdır. Okulun kapatılma sebebi ise 4 öğrencinin Müslümanlığı terk ederek Hıristiyanlığa geçmesidir.

Hıristiyanlığa geçiş süreci olarak gösterilmeye çalışılan dönemin misyonerlikle mücadele edilen bir dönem olduğu açıkça görülmektedir. Sadece 4 öğrencinin İslamiyet'i terk etmesi üzerine bir okulun kapatılmış olması bu konuda ne kadar kararlı bir politika izlendiğini göstermesi açısından oldukça önemli bir örnektir.

Atatürk'ün Konya konuşmasında Muaviye hakkında söyledikleri

"Vaktaki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler. Sıffin vakasında Muaviye'nin askerleri Kur'an-ı Kerim'i mızraklarına diktiler ve Hz. Ali'nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler.

İşte o zaman dine mefsedet (bozgunculuk), İslamlar arasında münaferet (birbirine nefret) girdi. Ve o zaman hak olan Kur'an haksızlığı kabule vasıta yapıldı." (Konya Gençleriyle Konuşma, 20 Mart 1923, Ahmet Özgür Türen).

Atatürk'ün Suud Kralı'na çektiği telgraf

Hz. Muhammed'in mezarını yıkma kararı alan zamanın Suud Kralı'na Atatürk'ün kendi el yazısı ve imzasıyla kaleme alıp, 26 Haziran 1919 tarihinde çektirdiği telgraf metni şöyledir:

"Suud Kralı'nın dikkatine!

Tarafımıza ulaşan haberlere göre Allah'ın sevgili kulu ve elçisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderir, Suudi Arabistan'ı başına yıkarım."

Atatürk:"Çanakkale maneviyatla geçilemedi!"

"Çanakkale maneviyatla korundu" diyen Atatürk şöyle devam ediyor: "Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir yılgınlık bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur'an, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93).

Şimdi siz karar verin Atatürk bazı çevrelerin uydurduğu fitnelerdeki Atamız mıdır yoksa milletine, devletine, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e, Ehl-i Beyt'e bağlı ve yolunu takip eden bir Müslüman Türk evladı mıdır?

Ehl-i Beyt İmamları


Ehl-i Beyt sadece Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den oluşmaktadır. Hz. Peygamber(s.a.a.) "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Bu gemiye binen kurtulur. Binmeyen helak olur"buyurmuşlardır.  Bu geminin mihenk taşlarından birisi olan İmam Hüseyin'e çekilen kılıç İslamiyet'e, Peygamber Efendimize çekilmiştir. İslamiyet bayrağını dalgalandırmak için Kerbela'ya giden ve başkada bir amacı olmayan Hz. Hüseyin'in şehadeti İslam'a can vermiştir.

12 İmam sırasıyla şöyledir

1. İmam Ali

2. İmam Hasan

3. İmam Hüseyin

4. İmam Zeynel Abidin

5. İmam Muhammed Bâkır

6. İmam Ca'fer Sâdık

7. İmam Musa Kazım

8. İmam Ali Rıza

9. İmam Muhammed Taki

10. İmam Ali Naki

11. İmam Hasan Askeri

12. Muhammed  Mehdi

 

Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin…


 

 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--


logo

   E-posta: bilgi(@)bozyazihaber.com
Tüm hakları Bozyazı'nın ilk haber sitesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr