Yıllarca sadece Türkiye'yi değil, tüm dünyayı para politikalarıyla kandırdılar. Dediler ki, "Sakın para basmayın, enflasyon olur." Devletler de, siyasiler de, milletler de bu yalana inandılar ve bağımsızlık hakkı olan "para basma" hakkını kullanmadılar.
"Niye basmıyoruz?" diyenleri de "para basarsak enflasyon olur" diyerek susturdular, onları marjinallikle suçladılar.
Peki, sonuç ne oldu? Tüm dünya ülkeleri borç batağına saplandı.
Uluslar arası Finans Enstitüsü (IIF) periyodik olarak küresel borç rakamlarını açıklıyor.
Enstitü'nün raporundan önemli hususları özetle aktaralım:
Küresel borçların dolar cinsinden toplamı, salgında 24 trilyon dolar artarak 281,5 trilyon dolara yükseldi. Küresel borçlar rekor düzeyde arttı ve küresel gayrisafi yurtiçi hâsılanın (GSYH) yüzde 355'ine ulaştı. Bu oran 2008 küresel krizindeki seviyenin çok çok üstünde.
2008 yılında borçlar 10-15 baz puan civarında artmasına rağmen, 2020'de salgın döneminde bu artış 35 baz puan olarak gerçekleşti.
Gelişen ülkelerdeki borçların gayrisafi yurtiçi hâsılaya oranı yüzde 250 civarında. En fazla artışın olduğu ikinci ülke maalesef Türkiye.
Gelişmiş ülkelerde ise borç artışı çok daha fazla.
Borç/GSYH oranında Fransa, İspanya ve Yunanistan'da 50 baz puan artış var.
Bu üç ülke GSYH'lerine oranla borçları en fazla artan ülkeler.
2020'deki 281,5 trilyon dolarlık küresel borcun dağılımı ise şu şekilde:
Devletlerin (kamu) borcu 82,3 trilyon dolar, finans sektörünün 67,5 trilyon dolar, finans dışı şirketlerin 80,6 trilyon dolar, hane halklarının 51,1 trilyon dolar.
IIF'nin raporu özetle bu şekilde. Dikkat ederseniz küresel borç, küresel üretimden 3,6 kat daha fazla. Bize, "Sakın para basmayın, enflasyon olur" diyenler, bu yalanlarla bizi kandıranlar, uyutanlar, kendileri hiç durmadan bizim yerimize de para basmış ve bizleri borçlandırarak, kendilerine bağımlı hale getirmişler.
Aslında bize "Para basmayın" derken, net olarak kastettikleri, "Para basmayın ki size para satalım"dır. IIF'nin raporu bunu açıkça gösteriyor.
Önemine binaen yeri gelmişken daha önceki yazılarımızda sıklıkla vurguladığımız bir gerçeğin altını bir kez daha çizelim. Bu kadar küresel borcun mutlaka bir "alacaklı"sı var. Elbette ki bu alacaklı devletler değil, çünkü devletler de borçlu. Miktar olarak en çok borcu olan ülkeler ise birinci ABD, ikinci İngiltere. Yani gelişmiş ülkeler.
Peki, borcun alacaklısı devletler değilse kim ya da kimler?
Asırlardır para politikaları üzerinden tüm dünyayı, tüm insanlığı sömüren Kapitalizmi kuran, bu sistemin koruduğu, kolladığı kapital sahipleri kimse, onlar. Devletlerin basması gereken parayı, kendileri için basarak tüm dünyayı borçlandıran sermaye sahipleri.
Türkiye'nin siyasileri, bu küresel sömürü tablosuna bakarak ekonomi politikalarını belirlemeleri gerekiyor. IIF'nin bir önceki raporunda Türkiye'nin toplam borcu 1 trilyon 240 milyar dolar olarak belirtilmişti. Böyle bir borcu Türkiye'nin mevcut ekonomik ve siyasi anlayışla, devletiyle, milletiyle ödeme ihtimali yüzde sıfır.
Yani borca ve buna dayalı olarak da tavize mahkûmuz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini, Osmanlı döneminde boynuna geçirilmiş esaret zincirini kırarak, özgürlüğe, tam bağımsızlığa ulaştırdı ama maalesef Atatürk'ün çizgisinden sapan siyasilerimiz çok kısa bir zaman sonra ülkeyi yine aynı esaretin içine soktu.
Ama AB diyerek, ama ABD diyerek, ama "serbest piyasa" diyerek.
Merkez Bankası'nın (MB) rakamlarına göre kısa vadeli dış borcumuz yüzde 12,9 artarak 138,7 milyar dolara yükseldi. Böyle bir borcu "kısa vade"de ödeme şansımız var mı? Mevcut duruma göre yok.
MB'nin net rezervleri negatif, cari açık artıyor, bütçe açık rekorları kırıyor.
Para basma hakkını kullanmamanın küresel tablosu da ortada, ülkemiz açısından tablosu da.
Milli Ekonomi Modeli'nin sahibi Prof. Dr. Haydar Baş Bey, yıllardır paranın devlet tarafından "emek ve üretim karşılığı" basılması gerektiğinden bahsediyordu.
Ve bu paranın da devlet eliyle sosyal devlet projeleri kapsamında vatandaşın cebine konulması, yine devlet eliyle üreticiye sıfır faizli kredi olarak verilmesi gerektiğini vurguluyordu.
Eğer küresel anlamda para, emek ve üretim yani GSYH karşılığı basılmış olsaydı ve denildiği gibi üretim ve tüketim oluşturacak şekilde devreye konulsaydı, bugün hiçbir kimse, hiçbir aile ya da sermaye grupları devletleri, milletleri sömüremeyecekti.
Prof. Dr. Haydar Baş fırsatını kaçırdık, O'nun yetiştirdiği, BTP kadroları ve BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş fırsatını kaçırmalım ve Türkiye'yi dünyada gerçek özgürlüğün lideri ve örneği yapalım. Hem Türkiye özgürlüğüne kavuşsun, hem de dünya insanlığı.